Doğu Akdeniz Jeopolitiği – Mavi Vatan

Geçtiğimiz Temmuz ayında, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar beraberinde Genel Kurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile birlikte KKTC’ye gidip Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve KKTC’nin Münhasır Ekonomik Bölgelerine yönelik oldubittilere karşı duyarsız kalınmayacağını güçlü bir şekilde dünyaya duyurdular.

Akar, “Garantörlük hak ve sorumluluklarımızı bugüne kadar eksiksiz, aksaksız yerine getirdik, bundan sonra da getirmeye kararlıyız. Bunu yerine getirebilmek için de Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ada’daki varlığı şart, bunu da herkes böyle bilsin. Türkiye’ye ait sondaj gemilerinin çalışmaları sürdürmekte, TSK’nin en etkili unsurlarından Deniz Kuvvetleri Komutanlığının da bu gemilerin faaliyetlerini desteklediğini “Biz ‘barış‘ dedikçe bu zafiyet gibi görülmekte, ‘Gerektiğinde hakkımızı alır, herhangi bir oldubittiye müsaade etmeyiz.’ dedikçe de tehdit gibi algılanıyor. Dolayısıyla komşularımızın akıllarını başlarına toplamaları, olaya objektif bakmaları lazım.” şeklinde konuştu.

22 Ağustos 2019 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakanı Ersin Tatar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. Erdoğan, “Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliği ve refahı için yürüttüğü çalışmaları desteklemeye devam etmektedir, devam edeceğiz. Kendi haklarımızı nasıl savunuyorsak, Kıbrıs Türklerinin de Ada’daki ve bölgedeki çıkarlarını aynı kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz. Sorunun ortaya çıkışı da bugüne kadar gelişi de tamamen Rumların uzlaşmaz tavırlarından kaynaklanmaktadır.” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve KKTC Hükümetlerin yapmış olduğu açıklamalara ve Milli Savunma Bakanın bu derece sert açıklamayı KKTC’de yapmasına nelerin sebep olduğuna bakmak lazım. İngilizler Osmanlı Devletinden 1878 yılında Kıbrıs Adasını kiralamıştır. İngiliz Yönetimi 1960 yılında yapılan Kıbrıs Anayasası ile adadan ayrılırken Türk ve Rumlardan oluşan iki toplum bir arada yaşamak için Cumhurbaşkanı Rumlardan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı da Türklerden olmak üzere Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ve bu devletin kuruluşuna da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ayrı ayrı garantör olmuşlar.  20 Temmuz 1974 yılına kadar 14 yıl boyunca Türklerin yaşam haklarına yok etme yönelik insanlık dışı saldırılar hiç durmamış ve bu saldırıların durdurulması için Türkiye uluslararası kamuoyuna duyurmuş, Birleşmiş Milletler nezdinde girişimlerde bulunmasına karşın sonuç alamamıştır. 1974 yılına gelindiğinde adanın Yunanistan’a katılması için yapılan darbe sonucu Rum Cumhurbaşkanı Makarios adayı terk etmiş. Türkiye’de tek taraflı garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs Barış Harekâtını yaparak Kuzeyde Türkler, Güneyde de Rumların yer aldığı 2 kesimi oluşturmuş oldu. Geçen 45 yıllık süreçteadada bulunan Türk Askeri gücü ile 2 kesiminde yaşam haklarına saldırı olmadan hayat devam etmektedir. Türkiye garantörlük anlaşmasına dayanan hakkını kullanarak adada güvenliği başarı ile sağlamakta ve İnsanların yaşam haklarına karşı saldırı olmamaktadır. Türkiye’nin Asker kullanma hakkının kullanmış olması; Yunanlıların ve Rumların deyimiyle “İŞGAL” sözcülüğü ifade edilemez. Yunanlılar, 1974 de Adayı Yunanistan’a katma girişimleri ile İşgal etmek istemiş ve asıl Türkiye Garantörlük hakkını kullanarak İŞGALEizin vermemiştir.

Türkiye ve KKTC tarafından İki kesimli tek devlet olma yolunda yapılan tüm barışçıl girişimlere Yunanlılar ve Rumlar hiç katkı sunmazken, Birleşmiş Milletler Başkanı Annan’ın 2004 yılında hazırlamış olduğu planını da Güney Kıbrıs yaptıkları halk oylamasında RET etmiştir.

Avrupa Birliği; Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY); Adanın kuzeyindeki Türk Devletinin haklarını yok sayarak, adanın tek temsilcisi olduklarını öne süren sorunları çözülmemiş GKRY’ni Kıbrıs Cumhuriyetiadı altında üye olarak kabul etmiştir.

GKRY tek taraflı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti olarak (KKTC’nin haklarını da yok sayarak) Kıbrıs’ı çevreleyen deniz alanları üzerinde Münhasır Ekonomik Bölgelerini ilan etmiş. Diğer taraftan da Yunanistan da kendi adalarını baz alarak (uluslararası hukuka aykırı olarak) Doğu Akdeniz’de kendi Münhasır Ekonomik Bölgelerini (Deniz tabanı altı doğal kaynaklar, deniz içinde yer alan ürünler ve deniz üstü hava sahası) ilan etmiş.

Yunanlılar ve Rumlar uluslararası hukuka aykırı olarak ilan ettikleri aşağıdaki Sözde Sevilla Haritasınagöre Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 41 Bin kilometrekare Münhasır Ekonomik Bölgesinin olduğunu ileri sürerek diğer kıyıdaş devletlerle iş birliği anlaşmaları yaparak deniz altında Hidrokarbon arama faaliyetlerine başlamışlardır.

Türkiye uluslararası hukuka uygun olarak yapmış olduğu kendi hesaplamalarına göre (KKTC hariç Münhasır Ekonomik Bölgesi hariç) 189 Bin kilometrekare alanda haklarımızın olduğunu ortaya konulmuş. Türkiye’nin Libya, Mısır, İsrail, Suriye KKTC ve Yunanistan’la Deniz sınırları bulunmaktadır.

Diğer taraftan 1974 sonrası Kıbrıs’ta 2 kesimli 1 devlet olma yolunda tarafların bir anlaşmaya varamamış olması,1960 yılı Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre “Rumlar ve Türkler eşit haklara sahiptirler hükmünü” ortadan kaldırmayacağı için, hali hazırda KKTC’nin Türkiye ile karşılıklı kıyılarının yanı sıra Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile karşılıklı sınırlarda hakları bulunmaktadır. Bu haklara dayanarak KKTC’de aşağıdaki kırmızı çizgilerle (A-B-C-D-E-F-G) kendi parsellerini ilan etti. KKTC’nin ilan ettiği F ve G parselleri ile GKRY’nin 1-2-3-8-9-12-13 parsellerini tartışmalı duruma getirmiştir.

Yukarıda yer alan haritada GKRY Beyaz çizgilerle 13 parsele ayırdığı alanlarda Petrol ve Doğalgaz aramaları için Uluslararası Enerji firmaları (aşağıdaki haritada görüleceği üzere) ile anlaşmalar yaptılar.

Türkiye, GKRY ilan ettiği 1-4-5-6-7 alanlardaki Yeşil çizgiyle gösterilen bölgelerin kendi münhasır ekonomik bölgesi olduğunu ve herhangi bir anlaşma olmadan bu alanlarda arama faaliyetlerine izin vermeyeceğini ilan ederek. Bu bölgede arama yapılmasına izin vermemektedir.

Türkiye’nin Yavuz Gemisi, Karpaz-1 kuyusunda; Fatih Gemisi, Finike-1 kuyusunda sondajlarına; Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemimiz de KKTC’den almış olduğumuz ruhsat bölgelerinde ve adanın güneyinde Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün kendisine vermiş olduğu ruhsat bölgelerinde sismik araştırmalarına devam ediyor. Önümüzdeki günlerde ikinci sismik gemimiz MTA ORUÇ REİS Gemimizde Akdeniz’de çalışmalara başlayacak.

GKRY, Doğu Akdenizde kıyıdaş olmayan ABD, Rusya, İngiltere, Güney Kore, Katar, İtalyan ve Fransız  Şirketlerle Bölgede anlaşmalar yaparak çalışmaktadırlar.

GKRY Calypso ve Aphrodite yataklarında; İsrail Leviathan ve Tamar yataklarında doğal gaz buldu. Mısır’da yapmış olduğu çalışmalarla doğalgazı buldu.

Ülkemiz 1986 yılında Sovyet Sosyalist Devletler Birliği Münhasır Ekonimik Bölgeler konusunda anlaşma yapılmış daha sonra SSCB dağılmasından sonra Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Gürcüstan’la bu sınırları onaylamıştır. 1997 de Bulgaristan’la Deniz Yetki Alanları belirlenmiş olmakla birlikte 9. Ve 10. Noktaları (Küçük bir sınır) arası da Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’nın sınırlaması olmadığından bu husus daha sonra karara bağlanmasına karar verilmiş.

Doğu Akdeniz konusunda önemli çalışmalar 2000’li yılların başında başta Ankara Üniversitesinden Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren Hocamız tarafından başlanılmış, Ankara Üniversitesi SBF 608 yayınlanan Uluslararası Siyasi ve Ekonomik İlişkiler Araştırma Merkezince Sertaç Hami Başeren Hocamızın Başkanlık ettiği “Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanlarında Hukuk ve Siyaset”üzerine hazırlanmış kapsamlı kitapta konunun bütün boyutları bölümler halinde incelenmiş. Bölümler;

İsmail Hakkı Demirel “Hidrokarbon Potansiyeli”,

Bayram Öztürk “Canlı Kaynaklar ve Korunması Sorunu”,

Cengiz Ekin “Deniz Yetki Alanları”,

Eyyub Kandemir “Postmodern Dönemde Realizim Yeni Bir Tezahürü mü?”,

Fuat Aksu “Deniz Yetki Alanları Sorunu ve Türkiye-AB İlişkileri”,

Emin Erol “Hidrokarbon Kaynaklar ve Bölgesel Barış”,

Ahu İlknur Gülenler “AB-Mısır Ekonomik İlişkilerinin Doğu Akdeniz Enerji Politiğine Yansımaları”,

Sertaç Hami Başeren “Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Sınırlandırması Sorunu, Tarafların Görüşleri, Uluslararası Hukuk Kurallarına göre Çözüm ve Sondaj Krizi”,

Yücel Acer “Deniz Alanlarının Sınırlandırılması Hukuku”,

Ali Kurumahmut “Karaad (Ro), Meis ve Fener Adası(İpsili)”,

Cavid Abdullahzade “Doğu Akdeniz’de Mısırla Anlaşmak Şart”,

Ali Kurumahmut “Denizlerin Dünya ve Türkiye İçin Önemi, Doğu Akdeniz ve Denizcilik Sorunları” bütün yönleri ile incelenmiş.

Ayrıca bu kitabın hazırlanmasına fikri destek veren Mustafa Aydın, tamamlanmasına Yakup Ağar, Şenay Kaya ve Cihat Yaycı’da katkı sunmuşlar.

Yine bu alanda Dr. Tümamiral Cihat Yaycı’nın “Soru ve Cevaplarla Münhasır Ekonomik Bölge Kavramı” kitabı, Amiral Cem Gökdeniz’in “Mavi Vatan” (Deniz Alanlarımıza Mavi Vatanismini veren) üzerine yazmış olduğu makalelerini derlediği kitapları ile bu konularda toplumsal farkındalığı artırmak ve ülkemizin haklarını ulusal ve uluslararası programlarda anlatarak katkı sunan Kadir Has Üniversitesinden Mustafa Aydın, Mitat Çelikpala, Altınbaş Üniversitesinden Çağrı Erhan,  Ahmet Kasım Han, Koç Üniversitesinden Cem Gürdeniz, Mithat Rende başta olmak üzere bu konuda emek sarf eden değerlerimizi şükranla anmalıyız.

Türkiye geçtiğimiz 15 yılda enerji ithalatına ödediğimiz para yıllara göre değişmekle birlikte ortalama olarak yıllık 40 Milyar doların üstündedir. Bu Enerjiye ödediğimiz bedel yapmış olduğumuz ihracat tutarı içinden ithal girdileri çıkardığımızdaki (Yıllara göre değişmekle birlikte yıllık 160 Milyar dolar ihracat desek ve bunun %75’i ithal girdi kabul edersek; ihracata kendi gerçek katkımız yıllık 40 Milyar dolara denk gelir.) bedele hemen hemen denk gelmektedir. 189 Bin kilometrekare alandaki deniz ürünlerinden, deniz taşımacılığı, limanlar ve deniz üstü yenilenebilir enerji santralleri kurulumu gibi çok önemli gelir ve iş imkanlarız, ulusal haklarımızı bu dayatmalara heba edilemez.

Emekli Büyükelçi Mithat Rende; GKRY’nin “Doğu Akdeniz” konusunda her ay 2 tane uluslararası toplantı yapılmakta olduğunu açıklamamıştı. Ülkemizde kurulu 206 Üniversitesi öğretim kadroları ve 7 Milyonu aşan öğrenci potansiyeli, Sivil Toplum örgütleri ve Siyasi Partileri ile geçmişte halkımız nasıl SERV dayatmalarına boyun eğmeden mücadelesini verdiysek; bugün de 100 yıl öncesine göre daha bilinçli hareket ederek bu konuda toplumsal farkındalığın gelişmesi ve haklarımızı uluslararası topluma anlatılması için siyasi görüş farklılıklarımızı ile geçmişteki yaşananlarını bir kenara bırakıp, söylem birliği içinde bu sorunun çözümü için çalışmalıyız.

Bilgin Akbal

Elektrik Yük.Müh.

TÜSODER Enerji Komisyonu Bşk.

Paylaş

Bir cevap yazın

*