Devletin Gelir Tespiti (GSS) ve Sağlık Raporu Konusundaki Despot Yaklaşımı

Anayasa’nın 56’ncı maddesi devletin sağlık hizmetlerini düzenlemiştir. Bu maddeye göre devlet herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlamak için gerekli planlamaları yapmakla mükelleftir.

Elbette bu planlama içerisinde hizmetin finanse edilebilmesi için vatandaşlarına belli oranda bir yük getirmesi de normal karşılanabilir. Ancak Devlet, bu yükü getirirken pek çok bankanın yaptığı gibi hileleri düzenleyici işlemleri de devreye sokarsa bu bağlamda, vatandaşın koruma beklediği devletin kendisini istismarı olarak ifade etmek gerekecektir. Tüketici Sorunları Derneği olarak her gün tüketici mağduriyetlerini dinlemekte ve elimizden geldiğince bu mağduriyetlerin giderilmesi noktasında çalışmalar yapmaktayız. Yazımızda tüketicileri hileli davranışlarla kandırarak haksız kazanç elde edenlerin yöntemine benzer bir şekilde devletin elde ettiği iki adet daha haksız kazanca kısaca değineceğiz. Söz konusu haksız kazançlar özellikle gelir tespiti yaptırmayanlardan genel sağlık sigortası primi ve özellikle işe giriş için vatandaşların ihtiyaç duyduğu sağlık kurulu raporlarından alınan fahiş ücretlerdir.

a) Gelir Tespiti Yaptırmayanlardan Alınan Fahiş Prim Ücreti

6522 sayılı Torba Yasa olarak bilinen yasa ile gelir tespiti yaptırmadıklarından üst sınırdan prim borcu çıkarılanlar ilk kez gelir tespiti yaptıracaklarsa 31 Mart 2015’e kadar ilçelerde bulunan Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı’na başvurdukları takdirde şimdiki durumlarına göre işleme tabi tutulacaklar. Eğer en alt seviyede gelirleri olduğu tespit edilirse borçları tamamen silinecek. Daha önce gelir tespiti yaptırdığı halde prim borçlarını ödememiş olanlar SGK il ve ilçe müdürlüklerine başvurarak borçlarını yapılandırabilecek. Ancak torba yasanın getirdiği imkanlardan faydalanmak için dava açmamış olmanız ya da davanızdan vazgeçmeniz gerekmektedir. Ancak söz konusu yasal düzenleme Türkiye’de işsizlik ve eğitimsizlik gerçeği sebebiyle vatandaşlara çözüm getirmekten uzaktır. Vatandaşların büyük bir kesimi nereye başvuracağı konusunda bilgisizdir. Kaldı ki torba yasada sigorta primleri sebebiyle dava açmış olanlar kapsam dışı tutulmuştur. Zaten hukuk devleti ilkesi ve evrensel hukuk normlarına aykırı bir uygulama olan gelir tespiti uygulamasına af getirilmesi ancak yasal haklarını kullananların kapsam dışı bırakılması Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Devlet, yasal hakların kullanılmasını teşvik edici olmalıyken aksine torba yasadaki düzenleme ile yasal haklarını kullananları cezalandırmaktadır.

Yukarıdaki bilgilendirmenin ardından gelen olarak gelir tespiti uygulamasını değerlendirecek olursak; 5510 sayılı kanunun 60/g bendine göre genel sağlık sigortalısı sayılanlar Genel Sağlık Sigortası Gelir Tespiti Tescil ve İzleme Sürecine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik uyarınca gelir tespiti yaptırmak zorundalar. Söz konusu yönetmeliğin 4/3 hükmü “ Kendisine gelir testi yapılmasını istemeyenler ile genel sağlık sigortası tescilinin yapıldığına dair tebligatın yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde gelir testi yapılması yönünde muvafakat vermeyenlerin gelirleri asgarî ücretin iki katı olarak kabul edilir.” Bu düzenleme göre eğer gelir tespiti yaptırmazsanız otomatikman asgari ücretin iki katı geliriniz var kabul ediliyor ve şu anki rakama göre 272 TL prim ödemeniz gerekiyor. Türkiye gerçeğini göz önünde bulundurursak işsiz insanların birçoğu nereye başvuracağını bilmediği, başvurma zorunluluğundan haberdar olmadığı, ya da ihmal gösterdiğinden asgari ücretin iki katı üzerinden prim borcu ödemekle karşı karşıya kalmıştır.Bu ilkel, hukuk devletiyle bağdaşmayan gelir tespiti yöntemi sebebiyle binlerce insan mağdur olmuştur. Gelişen teknoloji göz önüne alındığında devletin şahısların menkul, gayrimenkul ve diğer varlıklarını sistem üzerinden tespiti mümkündür. Devlet bunu yapması gerekirken maalesef ülkemizdeki yüksek işsizlik ve eğitimsizlik oranları göz ardı edilerek, vatandaşına “sen gelir tespiti yaptırmadın, o zaman asgari ücretin iki katı gelir üzerinden prim ödeyeceksin”şeklinde despot yaklaşım sergilemektedir.Genel olarak vatandaşların ödedikleri vergi ve harçlarla finanse edilen bu hizmetler, bölünebilir nitelikte olmadığından kişiye göre fiyatlandırılamaz. Hizmet herkese eşit şartlarda ve kural olarak meccani (bedava) sunulur, ancak ihtiyari (isteğe bağlı) bazı kamu hizmetleri, belirli bir ücrete bağlanabilmektedir.

Anayasa’ya göre sosyal hukuk devleti olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tanımına aykırı olarak genel sağlık sigortası primi öngörülmesi açık bir haksızlık ve hukuksuzluktur. Bir an önce söz konusu yasal düzenlemede değişikliğe gidilmeli ve daha önce haksız prim borcu çıkarılanlardan alınan primlerin makul noktaya çekilmesi ve bu şekilde tahsil edilmiş bulunan primlerin de hak sahiplerine iadesi gerekmektedir.

b) Fahiş Sağlık Raporu Ücretleri

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 15’nci maddesi uyarınca işe girişlerde sağlık raporu zorunludur. Esasında yine aynı Kanuna göre iş yeri hekimi zorunluluğu da bulunmaktadır. İş yeri hekimi dışında sağlık kurulu raporu yalnızca kamu hastanelerince verilebilmektedir.Hali hazırda İş Güvenliği ve Sağlığı Kanunu’nun genel anlamda işçi lehine uygulandığını da söyleyemeyiz. Bu sebeple yeni işe girecek olan vatandaşlar sağlık raporu için devlet hastanelerine başvurmaktalar. Devlet hastaneleri ise vatandaşlara sağlık raporu için 50 TL,  sağlık kurulu raporu içinse 200 TL ücret çıkarılmaktadır. Sağlık raporları bir işlev görmeyip esasında sadece prosedür olmaktan öteye gidememektedir.  Zaten işsiz olan vatandaş için bu ücretler büyük bir yüktür. Devlet işe giriş için zorunlu tuttuğu sağlık raporu için vatandaşından fahiş ücretler almaktadır. Bu uygulama aklıma yıllar önce okuduğum bir dolandırıcılık haberini hatırlattı. Haber şöyleydi; Dolandırıcılar, dolgun maaşlı iş ilanı verip adaylarla görüşmekteler. Sağlık raporu zorunlu tutulmakta ancak adaylara anlaşmalı hastaneden 100 TL karşılığı sağlık raporu alınacağından bahisle bu para toplanmaktadır. Bu şekilde dolandırıcılar, olmayan bir iş için sağlık raporu ücret bedeli olarak 8000 kişiden 100 TL para toplamışlar.” Devletin sağlık raporu uygulamasıyla bu dolandırıcılık ne kadar birbirine benziyor değil mi? Devlet ve devlet hastaneleri sağlık raporunu gelir kapısı olarak görmemelidir. Birçok konuda vatandaşın hizmet aldığı aile hekimi sağlık raporu neden veremesin? Kaldı ki, sağlık raporu aldığınız devlet hastanesinde her hangi bir kontrolden geçilmediği de aşikârdır. Sağlık kurulu raporu konusunda da devlet makul bir çözüm bulmalıdır. Aksi takdirde devletin yukarıda bahsettiğim dolandırıcılardan bir farkı olmayacaktır.

Rıdvan YILDIZ
TÜSODER YK ve Hukuk Kom. Üyesi

 

Paylaş