Bilgin Akbal (TÜSODER Enerji Komisyonu Başkanı)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bütün kadınlarımız emekçi olduğu için, öncelikle Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. Katılımınızdan dolayı da hepinize selamlarımızı, hürmetlerimizi TÜSODER ve şahsım adına sunuyoruz.
Burada siyaset yapmayacağım; çünkü Türkiye’de siyaset liderler üzerinden yapıldığı için, enerji politikaları üzerinden konuşmamı sürdüreceğim.
Meslek lisesi mezunuyum. 39 yıldır mesleğimden ekmeğimi kazanıyorum. 1985 yılında mühendisliği bitirdim, 1989 yılında da işletme yönetimi üzerine yüksek lisansımı tamamladım. Bugün burada konuşmalarımın temelindeki bilgi birikimime gelince, 2010 yılından bu yana EMO’da Enerji Komisyonu üyesiyim. O günden bugüne kadar değerli çalışmaları oldu, Sayın Tahir Çiçekçi’nin başkanlığında Enerji Komisyonumuzun 2011 yılında düzenlediği Nükleer Santrallarla ilgili bir panel yapılmıştı. O panelde Karşıt görüşlü iki hocamız Prof. Dr. Hayrettin Kılıç ve bugün Nükleer Santraller Zirvesini düzenleyen Nükleer Mühendisler Derneğin Başkanı Hacettepe Üniversitesinden Doç.Dr. Şule Ergün hanımefendi konuşmacı idi. O günde güzel açıklamaları oldu. Bunun arkasından Gazi İpek’in Başkanlığında yapılan 8. Enerji Sempozyumu, 1.5 yıl önce de Elektrik Elektronik Mühendisliği Kongresi EEMKON2015 Sayın Hakkı Ocakaçan Beyin başkanlığında yapılmıştı. Enerji Komisyonunda da 3 yıl önce enerji planlamasıyla ilgili bir alt grup çalışması yapıldı. Bu çalışmada Sayın Prof.Dr.Tanay Sıtkı Uyar Hocamızın engin deneyimleriyle, onun katkılarıyla, yol göstermesiyle ciddi birikimler elde edildi. Hocamızın sözleri ile söylüyorum: “Karşı çıkmak yerine çözüm odaklı görüşlerimizi sunmak”, güneş ve rüzgâr gibi barışçıl kaynakları kullanmak. Bugün sizlere bir uzman olarak değil, EMO akademisindeki bir kişi olarak seslenmiş oluyorum ve yaptığım sunumda da daha çok tüketici gözüyle olacak.
Bugün alternatif olarak düzenlemiş olduğumuz bu zirvenin diğer tarafında, bugün dördüncüsü düzenlenen Nükleer Santraller Zirvesi yapılmakta. Nükleer Zirveyi düzenleyen olarak Nükleer Mühendisler Derneği gözükmekte ve yapılan açıklamaya göre, nükleer endüstriden ulusal ve uluslararası yaklaşık bin temsilcisinin katılacağı zirve boyunca “Türkiye’deki yerli firmalar, 200’ün üzerinde ticari eşleştirme görüşmeleriyle hem ülke hem de Ortadoğu ve Afrika’daki nükleer santral projelerinde yer almak için yarışacak. Ortadoğu ve Afrika’daki yeni pazarların tanıtılmasına da aracılık edecek zirve, Türkiye’deki yerli firmalara 16 Milyar Dolarlık nükleer santral pazarından pay alabilmeleri için fırsat sunacaktır.” Denilmekte ve Zirvenin ana destekçilerine bakıldığında, Başbakanlık Türk İşbirliği Koordinasyon Ajansı Başkanlığı TİKA, Başbakanlık Yatırım Destek Ajansı Başkanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı gözükmekte. Hazırlamış oldukları kitapçıkta incelendiğinde, konular 4 başlık altında sunulmakta olup tamamen hükümetin görüşleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Böyle olunca da sunumun başlığını “İktidarın Nükleer Enerjiye Yaklaşımının İrdelenmesi” diye koydum. Buradaki konuların alt başlıklarını gördüğünüz zaman da, bir politika olmadığı için, “Nükleer enerjiye yaklaşım” dedim. “Değerlendirmesi” kelimesini de koymadım. Onu da siz değerlendirin lütfen. Çünkü bir değer göremediğim için, özellikle o başlığı seçtim.
Diğer bir nokta,
Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığının Nükleer Enerji Proje Uygulama Daire Başkanı, “2023 hedefleri doğrultusunda” diye konuya girmiş ve bütün teşkilatı bugün düzenlenen Nükleer Santraller Zirvesine davet ediyor. Diğer taraftan, Nükleer Zirvenin hazırlayıcısı olan Nükleer Mühendisler Derneğinin Başkanının açıklamasında da “Ortadoğu ve Afrika’daki yeni pazarların tanıtılmasına da aracılık edecek Zirve, Türkiye’deki yerli firmalara 16 milyar dolarlık nükleer santral pazarından pay almaları için fırsat sunacaktır” diyor. Fakat bu açıklamada -bugün dördüncüsünü düzenliyorlar- ilk 3 zirvede ne tür fırsatlar çıkarmışlar. Ne kadarlık bir kazanım elde edilmiş, bu hususlarda da bilgilendirme yapmalarını beklerdim.
Değerlendirmelere geçmeden önce, dünyadaki enerji görünümüne bakmak istiyorum ve dünyadaki bu enerji görünümüne nasıl çözümlerle yaklaşım sergileniyor, çok kısaca Türkiye’deki görünüme değineceğim. Asıl Türkiye’deki görünümle ilgili sunumları EMO Samsun Şubesinden Mehmet Başkanım yapacaklar; ama ben, konumu değerlendirme me temel teşkil edecek hususlar hakkında kısaca üzerinden gideceğim.
60 sayfalık bir tanıtım kitapçığı olduğu için hepsini aldım. Benim de 60 sayfaya yakın görüşlerim var. Dolayısıyla 120-130 sayfalık bir sunum. Kısa metrajlı bir film gibi olacak.
Dünya nüfusu 7,5 milyar; yüzde 20’si henüz elektrikle tanışmamış, 1,5 milyar insan elektrik kullanmıyor. 1850 yılında dünya nüfusu 1 milyarken, 2050 yılında 10 milyar hedefleniyor. Enerji yoksunu değiliz çok şükür. 1990’lara gelmeden önce elektrik gitmemiş köyümüz kalmamıştı. Enerjimiz var ama enerji yoksuluyuz. O nedenle enerjinin fiyatı çok önemli.
O yüzden bu konuda bazı noktaları burada bahsetmek istiyorum. Türkiye’de medyan geliri 2014 yılında 11.108 TL (2015 de 12.492 TL). Bu “Medyan geliri 11.108 TL değeri şuradan geliyor: Örneği Türkiye’nin Nüfusu 80 Milyon kabul edelim. En küçük gelirden başlayarak, en yüksek gelir 80 milyonuncu kişiye kadar sıralandığında, 40 milyonuncu kişinin yıllık geliri 2014 yılı için 11.108 TL’dir. Bu gelirin yüzde 40’ından aşağısında gelir elde edenlere yani yıllık 6.665 TL ve altında yıllık geliri olanlar yoksul diye tanımlanıyor. Bu yoksulluk değeri olan yıllık 6.665 TL Türkiye ortalaması üst değeridir. Bu değer bölgelere göre değişiklik göstermekte olup bölgelere göre değerlerde tabloda yer almaktadır. Yani burada aylık 555 liraya geliyor ve aylık bu 555 liraya kadar geliri olanlar Yoksul diye tanımlanmaktadır. Birçok insan Yoksulluktan dolayı kullandığı enerjisinin faturasını ödeyemiyor. Doğalgazını, elektriğini, suyunu ödeyemeyen çok insan var ve bazıları da enerjisi kesildiği için kaçağa yönelmiş, kaçak kullanan insanlarımız var çaresizlikten. Bunun yanında, “Onlar kaçak kullanıyor, ben de kaçak kullanırım” diyen bir kesim var. Türkiye’nin bazı bölgelerimizde yüzde 75’lere kadar varmaktadır. Demek ki oralarda devletten başka kimse para ödemiyor. Dolayısıyla sosyal devlet olarak çok şükür ilçelerimize kadar var olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarımız var ve bu vakıflar Kamu Yönetimi içinde faaliyet göstermektedirler. İllerde Valiler, İlçelerde de Kaymakamlar bu vakıflara başkanlık etmektedir. Bu vakıflarımız yoksul insanlarımıza el uzatıyor. Diğer taraftan insan hakkı dediğimiz elektriği, suyu, doğalgazı tüm insanlara ulaştırmak, bir sosyal devletin yapması gereken öncelikli bir görev olmalıdır.
Diğer önemli bir sorunumuz, geçtiğimiz yıl Enerji Bakanımız söyledi; “Enerjiyi Doğu’da üretiyoruz, Batı’ya nakledemiyoruz. Türbinler boşa çalışıyor. Biraz önce hocamız da bahsetti. Siyasi iktidar uzunca zaman “Biz Türkiye’de bilmem kaç bin kilometre duble yol yaptık.” diye propaganda yaptıkları zaman 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Türkiye’de o kadar yol yaptığı için, alınmış ve itiraz etmişti. Bir Televizyon Programında, “Türkiye’de yol yoktu da mı yol yaptılar? Bir yol vardı. Sağını doldurdular, solunu doldurdular, ortasına da bir çizgi çektiler, duble yol oldu. Yani yol yoktu da yol yapmış değiller” dedi. Bizim Türkiye’de enerji nakil hatlarımız var. Kablo kesiti yetmiyorsa, ilave edersin, direk taşımıyorsa direği yenilersin. Doğu’da üretip de Batı’ya nakledememek ciddi bir problemdir.
Diğer bir problem de, ülkemizde enerji kurulu gücümüz 78 Bin MW olup, en çok enerji çektiğimiz zaman diliminde bile 44 bin MW kapasitesini aşamamaktayız. Yani aşırı üretiyoruz ve Bakanımız da diyor ki, “Doğu’daki derelerdeki Türbinler boşa dönüyor.” Türbinlerin boşa çalışması da ciddi problemdir.
Dünyadaki enerji dağılımını görüyoruz; 21 bin TWh. Burada, ülkelere göre kişi başına düşen elektrik miktarları var. Türkiye, kişi başı 3.000 kWh elektrik tüketirken, Almanya’nın kişi başı elektrik tüketimi 7000 kWh altındadır. Bu rakamları unutmayalım arkadaşlar. 2010 yılından 2035 yılına projeksiyon yapıldığında; dünyadaki enerji ihtiyacı gelişmekte olan ülkelerde artarken, gelişmiş ülkelerdeki enerji verimliliğinden dolayı toplam enerjilerinden daha az enerji tüketmekteler. Yani Almanya’yı kişi başı 7.000 kWh kabul etsek, 2040 yılına göre hedef koymuşlar; “Enerjiyi etkin kullanarak, yüzde 50 daha az enerji kullanacağım” diyor, yani kişi başına 3.500 kWh tüketim hedefleri var.
Peki, dünya nasıl bu işleri yapıyor? Bir kere, sürdürülebilir enerji politikaları dolayısıyla enerji kaynaklarını gelecek nesillerin kullanımına da sunmak için, gelecek nesillerin de haklarını gözetmek açısından, kaynakları çok uygun şekilde kullanmaları gerekiyor.
Burada ikinci konumuz, kaynakların öncelik sıralamasının doğru yapılması. Yani petrolden sadece arabalarınıza yakıt sağlanmıyor; kimya sektörü, birçok sektörler de petrolü kullanıyorlar. Mevcut kullanımıyla buna 40 yıl ömür biçiliyor ama sadece İstanbul’un bilinen tarihi 8 bin yıl. Gelecek nesillerin de bunları kullanımına sunmamız açısından doğru kullanmamız lazım.
Sudaki kullanım sıralaması; önce içme suyudur, ikincisi kullanma, üçüncüsü sulama. Elektrik üretimi en sondur; yani biz mühendisleri sudaki birinci önceliği elektrik üretmek değil, dereleri yok etmek değil.
Enerji planlamaları, küresel ısınmadan dolayı “Enerji-Ekoloji-Ekonomi” üçgeni üzerinde yapılıyor; yani enerjimiz olacak, ekolojimizi koruyacağız ve bunun ekonomisini de yapacağız. Enerji başlığında, beşikten mezara maliyet hesaplamasını yapıyoruz. Bir araziyi aldık, oraya tesisi kurduk, tesisi işlettik, daha sonra da o tesisi oradan kaldırıldıktan sonra tekrar kamunun kullanımına sunulmak için o alanın temizlenmesi ve eski haline getirilmesiyle ilgili yatırımları, çevreye ve insana etkileriyle ilgili maliyetleri göz önüne alıyoruz. Bunları ekonomi başlığı altında, bir enerji santralini yaptıysak, orası bir tarımsal alansa, orada ne tür (ürün, iş gücü v.b) ekonomik değerleri kaybettik, yeni kurduğumuz projede ne kadar ekonomi kazandırdık. Bu yatırım değişikliğinin bölgeye ve ülke ekonomisine artısını / eksisini değerlendirmek gerekiyor.
Amerika’da, 1980’lerin başında toplumsal yarar olarak bunlar sıralanmış. Hukuksal ve Yatırım Düzenlemelerinde Topluma ve/veya çeşitli kesimlere Çevresel, Ekonomik, Sosyal, Kültürel, Bölgesel Doğrudan veya dolaylı pozitif veya negatif etkilerini (Fayda ve Maliyetlerini) ölçebilen, risklerini tanımlayabilen pozitif ve normatif analiz teknikleri olup ve bunların dünyanın pek çok yerinde kullanılmaktadır. Bunların her birinin Çevresel Analiz (ÇED), Ekonomik Analiz, Sosyal Analiz, Sosyo-Kültürel Analiz, Bölgesel Analizler gibi analizlerin bir arada değerlendirilmesi ile Yatırım Projesinin Topluma Yararı olup/olmayacağına hususunda kanaatin oluşmasıdır. Bu çalışmalar sadece enerjiyle ilgili yatırımlarda değil, bunu her alanda yapmamız lazım.
Hakkı Ocakaçan Bey gayet iyi bilir; Edirnekapı’da Sulukule semti vardı. Bir kültür vardı orada. İnsanlar gelip sazlı, sözlü eğlenceler düzenlenir dansözler oynayarak gösteriler yapılıyordu. Hatta bunlar filmlere de konu olmuştu. Oranın bir Ekonomisi vardı. “Edirnekapı’da yapacağımız evler pahalı olur.” denilere o insanları oradan aldılar, kilometrelerce uzakta Kayabaşı’na götürüp ev verdiler. Sulukule’ye de yeni binalar dikerek konut alanına dönüştürüp sattılar. Fakat Sulukule’den ayrılan hayatında kapıcı parası bile vermemiş insanlara site parası ver dediler. Adam gidip bir yerde çalgı ekmek parası kazanmak ister. Kayabaşında dışarı çıkıp çalgı çalıp, sanatını icra edeceği yer yok. Sonuç olarak yapılan dönüşümün Sosyo-Kültürel açıdan da incelenmesi çok önemli. Yani bugün Sulukule doğru planlanmış olsaydı, Evlerin girişleri güzelce şovların yapılacağı, misafirlerin ağırlanacağı yerler, üst katları da insanların yaşamlarını sürdüreceği mekânlar olabilirdi. Gerçekten burada insanlar işlerini kaybederek ciddi bir sıkıntılar yaşadılar. O kültür ve ekonomiden bugün eser kalmadı.
Enerjinin Kullanıldığı Endüstri tesislerinde, Tarımda, Ulaşımda ve Konutlarda ve birim enerji miktarına göre daha fazla fayda sağlamak için enerji tasarruf potansiyelinin (enerjinin etkin kullanımı ile sağlanacak fayda) ne olduğu ve nasıl tahmin edilebileceği de önemlidir.
Allah rahmet eylesin, 2010 yılında Şahin Özgür arkadaşımızın Enerji Komisyonuna bir sunumu yapmıştı. Bunun kaynağını bulamadım, ama sunumdaki tabloda karşılaştırmalı olarak konutlarda birim alan başına enerji tüketimi (kWh/m2) yer almakta idi. Almanya’da, metrekare başına konutlarda 75 kWh enerji harcanıyor, İsviçre’de 50 kWh; Türkiye’de, İzmir’de 150 kWh, Erzurum’da 450 kWh. Yani İsviçreliye göre Erzurum’daki vatandaş 9 kat enerji harcıyor, İzmir’deki arkadaşımız 3 misli, İstanbul’da neredeyse 6 misli.
Fakat dünya planlamasını yaparken neye göre yapıyor? Avrupa Birliği 28 ülkesiyle 2020 hedefleri sera gazını % 20 düşürmeyi, yenilenebilir enerjideki payını yüzde 20 artırmayı, enerji verimliliğinde de yine %20 artırmayı hedeflemekte. 2030 hedefi de sera gazı emisyonlarını %40 düşürmeyi, yenilenebilir enerjiyi %27 çıkarmayı, enerji verimliliğini de yüzde 27’ye çıkarmayı hedeflemektedir.
Dünyada Rüzgâr Enerjisi Kullanım kapasitesindeki gelişim.
Dünyada Güneş kapasitesindeki gelişim.
Normalde, talebin olduğu yerlerde eğri aşağıdan yukarı doğrudur. Tablolardaki Rüzgar Enerjisi ve Güneş Enerjisi eğrileri talep hızlandıkça şu köşe hızlı yukarı doğru dönüyor. Bu, ileriye dönük bu yenilebilir enerjinin artık önünün kesilmeyeceğini, sektörün daha da büyüyüp gelişeceğini göstermektedir.
“Yenilenebilir enerji emre amade değil” deniliyor. Aşağıda gördüğünüz uygulamada, 32 MW’lık Rüzgar Türbünleri güç kapasitesi, 8 MWh enerji depolama kapasitesi yer aldığı 16 konteynır akü grubu, 8 konteynır inverter ünitesi, soğutma ve trafoların yer aldığı bir santraldir. 8 MWh enerji kapasitesinden kasıt, aküler var burada, depolama kapasiteleri. Enerjiyi depoluyoruz ve emre amade haline getiriyoruz.
Edirnekapı’da oturuyorduk biz. Evimiz İSKİ merkezinde su deposu ile aynı seviyesinin idi. Tarihi Kariye Caminin yukarısında yer almakta. Yukarıdan su bırakıldığında aşağıda yer alan Balat bölgesindeki mahallerde gelen suyun tamamı kullanıldığı için (Borularda su dolmazdı), bizim evde yukarıda olduğu için evimize su çıkmazdı. Akşam saat 12 olunca, aşağıda su kullanılmadığında borularda su dolduktan sonra bize su gelirdi. Evimizin banyosuna 500 kiloluk bir depo yaptık, yukarıya şamandırayı koyduk. Akşamları depomuz doldu. Gündüzleri musluktan akan suyu kullandık. Suyumuz bütün gün emre amade hale gelmiş oldu.
Resimde yer alan tesiste de Rüzgarın olduğu ve enerjinin düşük kullanıldığı zamanlarda aküler şarj edilmekte, Rüzgar yetersiz olduğunda da akülerden enerji alınarak inverter üzerinden alternatif gerilime dönüştürülerek kullanıcılara emre amade elektrik enerjisi temin edilmektedir.
Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere Nükleer Enerjinin kullanımında büyüme yok. Nükleer Enerji kullanım eğrisi baktığımızda 2000 yılından sonra yukarında aşağı doğru dönmektedir. Ölüme gittiği eğridir. Nükleer artık ömrünü tamamladığı zaten eğrinin kendisinde de göstermekte. Geriye düşmekte. Dikkat ederseniz, kullanım ömrünü tamamlamış santrallar da kapanınca daha da azalacaktır.
Açılıp kapanan santrallara baktığımız zaman da 2011’de Japonya’daki santralların kapanmasından gelen eğri.
Aşağıda yer alan tablodan da görüleceği üzerine: 2013 yılının Nisan ayından 2016 mart sonuna kadarki 3 yıllık dönemde enerji fiyatları TL bazında değişmemişken, kayıp kaçak bedeli 3 yılda yüzde 51 artmış. Dağıtım bedeli yüzde 92 artmış. 3 yıldaki yüzde 25-26 enflasyon olmuş. Hizmet bedeli yüzde 92 artıyor. Perakende satış hizmet bedeli yüzde 62 artmış, iletim bedeli 42 artmış, bu dönemdeki 3 yıllık toplam enflasyon %20 bulmuyor ve konuştuğumuz şey hizmet bedelidir.
Elektriğin birim fiyatı şu anda serbest piyasada 5 Cent’e kadar düşmüş vaziyette, Faturalarda 6 sent iken dolar bazında. Bizim Akkuyu’dan 12,35 Cent ortalama fiyattan alırsak (maliyetlerine göre bu bedel 15,33 Cent’te kadar çıkabilecek) maliyet fiyatlardaki artışı da göreceğiz. Onun da hesaplarını çıkardım. Yani 5 Cent’e karşılık 12,35 Cent ’i konuşuyoruz. Tüketici korumak nerede burada?
Şu tablodaki maviler grafik ülkemizdeki yıllar itibari ile gayri sâfi milli hâsıladaki artışı, kırmızı grafik de ülkemizdeki enerji tüketimindeki artışı göstermektedir. 1970 yıllarda enerji tüketimindeki artış GSMH daki artışı göre daha yüksekken yıllar içinde bu makas kapanmıştır.
Geliyorum Nükleer Santrallar Zirvesi için hazırlanmış 60 sayfalık bilgilendirme kitapçığı çalışması 4 bölümden oluşmaktadır.
TÜRKİYE İÇİN NÜKLEER SANTRAL NEDEN GEREKLİDİR.
Söylem 1:
“Nükleer Santraller Nükleer Enerjiyi Elektrik Enerjisine Dönüştüren Sistemlerdir.”
Bu söylem başlığındaki anlatım, sabahki oturumda Prof. Dr. Tolga Yarman Hocamızın anlattığı santrallerin işletilmesi ile aynı olduğu için bir sıkıntı görülmemektedir.
Söylem 2:
“Ülkemizdeki Elektrik Talebi Hızla Artmaktadır.”
Bu söylem başlığı altında 2010 yılında elektrik talep artışında ülkemiz; dünyada 1,5 Milyar Nüfuslu Çin’den sonra ikinci, Avrupa’da ise birinci sırada yer almış olduğu, 2035 yılında Türkiye’nin düşük kapasite beklentisine göre 600 bin TWh, yani 600 milyar kWh, yüksek kapasite beklentisine göre 800 Milyar kWh elektrik enerjisine ihtiyacımız olduğu belirtilmektedir.
Elektrik Mühendisleri Odamızın 43. Dönem Nükleer Enerji Alt Çalışma Grubu tarafından hazırlanmış Nükleer Enerji Raporu kitapçığından aldığım verilere göre 2012 yılında TEİAŞ tarafından yapılan 2023 yılına yönelik talep tahminine göre kurulu gücümüz 115.000 MW, Enerji Tüketimimiz ise 500 Milyar kWh olması ön görülmüştür. Bu talebi karşılamak amacıyla 2012 yılında enerji santralleri çalışmaları verilerine göre;
Enerji Kurulu Gücümüz 57.059 MW(239 Milyar kWh)
Yapımı Devam Edenler 54.928 MW(277 Milyar kWh)
Başvurusu Uygun Bulunanlar 14.789 MW( 78 Milyar kWh)
Başvurusu İncelenenler 27.526 MW (160 Milyar kWh)
Toplamda (Nükleer Enerji Hariç) 154.302 MW (755 Milyar kWh)
Olması üzerine planlama yapılmıştır.
Başvurusu incelenen 27.526 MW (160 Milyar kWh) Projeleri kenara bırakıp ve hiç bu başvuruların incelemesi yapılmasa bile ilave santral yapılmasına ihtiyacımız yok. Başvuruları uygun bulunanlarla 125.907 MW toplam güç ile Yaklaşık 600 Milyar kWh sağlayacak mevcut projelerle nükleer olmadan da ilave enerji santralına ihtiyacımız olmadığı görülmektedir.
Ülkemizin elektrik enerji artışı bir gerçek olup, OECD ortalamalarına erişmesi içinde nükleer elektrik enerji santralı mutlak bir ihtiyaç değildir. Ülkemizin ihtiyacı olan yeterli enerji kaynakları bulunmaktadır.
2016 Yılında 78.497 MW kurulu gücümüzle 278 Milyar kWh elektrik enerjisi kullanıldı. Kişi başına 3500 kWh enerji tüketimine karşılık gelmektedir. OECD ortalaması Kişi Başına Tüketim 8197 kWh Olup, TEİAŞ’nın verileri ışığında işletmedeki santral ve yapım aşamasındaki santrallerin yeterli olacağı görülmektedir.
Diğer Taraftan Almanya 2012 kişi başı 6.886 kWh enerji kullanımını 2040 yılında kadar %50 azaltarak Almanya kişi başı enerji harcaması 3.500 kWh civarında öngörüp bütün enerjisini Yenilenebilir Enerji Kaynaklarında sağlamayı hedef olarak seçmişken, biz de (Çalışan Santrallar + Yapımı Devam Eden Santrallar + Onaylanan Santrallar) toplam 600 Milyar kWh toplam üretim ile kişi başı 600 Milyar kWh/92 Milyon (ülke nüfusu en fazla olabileceği sayı) 6.520 kWh enerjiyi nükleer enerji olmadan rahatlıkla karşılayabilmektedir. 6520 kWH kişibaşı enerji tüketimi ile 2040 yılına varmadan nerede ise Almanya’nın 2 misli kişi başı enerji tüketimi hedeflemekteyiz. Başvurusu İncelenen Santralleri hesaba katarsak 750 Milyar kWh ile (kişibaşı 8.152 kWh enerji) demek olurki 2035 yılına kadarki talebimizi – Nükleer de bunun içinde olmadan – karşılayabiliyoruz. Yüksek talebi göz önüne alsak bile sorun olmamaktadır.
Burada enerjinin etkin kullanılması yönünde çalışmalar dikkate alınmadan Yanlış planlama/Öngörü yapılmış olmasına rağmen yüksek talep karşılanmaktadır.
Söylem 3:
“Hızla Artan Nüfus, Yükselen Elektrik İhtiyacını Beraberinde Getirmektedir.”
Bu söylemde 2023 de ülke nüfusunun 84 Milyon olacağı ön görüldüğü belirtilmiştir. Nüfusumuz 2016’da 79 milyon küsur, 80 milyon diyorum. 2023’te 84 milyon -yüzde 5’lik bir artış olacak hedefte- 2035’te 90 milyon, 2050’de 92-94 milyon arasında. Yani yüzde 20 bir artış yokken enerji üretiminde 3 misli hedef planlaması yapılmaktadır. 2050 yılında ulaşacağımız ön görülen 92-94 Milyon nüfusa 2012 yılındaki yatırım başlananlarla 600 Milyar kWh enerjiyi oranlarsak kişi başı 6.500 kWh, Başvurusu İncelenen Santralleri hesaba katarsak 750 Milyar kWh kişibaşına 8.000 kWh’in üzerinde elektrik enerji üretimi demektir.
Söylem 4:
“Sürekli Büyüyen Ekonomimiz Elektrik Tüketimini Artırmaktadır.”
Bu söylemde son 10 yıl içinde milli gelirimiz 4 kat artmışken, kişi başına milli gelirimiz 3 kat artarak, 17. ekonomi olduğu belirtilmektedir. Evet Türkiye 2010 yılında GSMH 729 Milyar Dolar, 2012 yılında GSMH 822 Milyar Dolar ve 2014 yılında GSMH 800 Milyar Dolar ile Dünya Ekonomisinde 17. Sırada yer almıştı. Fakat ülkemiz 2015 yılında GSMH 720 Milyar Dolar ile Dünya Ekonomisinde 18. Sıra ile 17. Sıradaki 17.100.475 Nüfuslu Hollandaile 19. sıradaki 8.341.000 Nüfuslu İsviçre’nin arasında yer almıştır.
Söylem 5:
“Elektrik Talebi, Ekonomik Büyümeden Daha Hızlı Artmaktadır.”
Bu söylemde enerji talebimiz her zaman büyümemizden %2 daha fazla olduğu belirtilmiştir. Demek ki biz teknoloji üreterek milli gelirimizi artırmıyoruz, üretimle artırıyoruz, enerji tüketerek artırıyoruz. Yanlış bir uygulama var. Bilim dünyası içinde yer almıyoruz. Amerika’da milli gelir ile Enerji arasındaki bağlantı 1970 yıllara kadar aynı gitmiş sonrasında bu bağlantı kopmuştur. Dolayısıyla bizim planlamamızla arada ters bağlantı var, yani gelişmiş dünyadan kopmuş vaziyetteyiz.
Yüksek teknolojiyle Çin’in üretimi 2000 yılında 41,7 Milyar Dolarken, 2013’te 560 Milyar Dolara, Güney Kore 54,3 Milyar Dolardan 130,5 Milyar Dolara çıkmış. Polanya 0,8 Milyar Dolardan 12 Milyar Dolara, Biz ise maalesef 1 Milyar Dolardan 1,2 Milyar Dolara yani yüksek teknolojiyle ilgili bir artışımız yok.
Söylem 6:
“Ülkemizde Elektrik Talep Artışında Dünyada İkinci, Avrupa’daysa Birinci Sıradadır.”
Bu söylemde elektrik enerji talebimiz 10 yılda yüzde 7 artışla 2023 de 500 milyar kWh’a ulaşılacağı öngörülmekte olduğu belirtilmektedir. Yıllık %7 artış gerçekçi değil, 2014 yılına göre 2015 yılındaki elektrik tüketimindeki artış %3,30 olmuştur. 2015 yılına göre 2016 yılındaki elektrik tüketimindeki artış da %4,75 olmuştur.
Yukarıda da belirtildiği üzere Elektrik Mühendisleri Odamızın Nükleer Enerji Raporundaki verilere göre 2012 yılında TEİAŞ tarafından yapılan 2023 yılına yönelik talep tahminine göre kurulu gücümüz 115.000 MW Enerji Tüketimimiz 500 Milyar kWh olarak ön görülmesine karşılık Nükleer Enerji Hariç olmak üzere Başvurusu İncelenenler 27.526 MW (160 Milyar kWh) da dahil edildiğinde toplam 154.302 MW (755 Milyar kWh) kurulu güç için çalışmalar yapılmaktadır. Dolayısıyla bu argüman Nükleer Santral yapılması için gerekçe olamaz
Söylem 7:
“Türkiye’nin Doğalgaza Olan Bağımlılığı Dünya Ortalamasının Oldukça Üstündedir.”
Bu söylemde ülkemizde doğalgaz kullanımda dünya ortalamasının 2 katı iken, kömür kullanımında dünya ortalaması bizden 1.7 kat kömür kullanmakta, Nükleer Enerjide ise hiç üretimimiz yokken dünya elektrik ihtiyacının %13.5 oranında Nükleer Santrallerden karşılanmakta olduğu, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması bakımından dünya ortalamasının üzerinde olduğumuz belirtilmektedir.
Geçmişte dünyada nükleer enerjinin payı %17 iken, bugün düştüğü nokta %13.5 olup, Kurulum, Güvenlik, Lisanslama, İşletme, Atıkların Bertarafı, Söküm ve Çevresel Etkilerinden dolayı maliyetlerin yükselmesi ile nükleer enerjiye olan talep hızla düşmektedir. Ömrünü tamamlayan nükleer santraller kapatılma yoluna gidilmektedir. Doğalgaz bağımlılığını azaltarak yerli kaynaklara yönelmek de ülke politikamız olmalıdır. Yeterli yerli kaynaklarımız vardır.
Diğer taraftan, yenilenebilir enerji ve yenilenemeyen enerji kullanımdaki gelişim eğrilerine bakıldığına. Toplam enerji içinde yenilenebilir enerjinin payı 2001 de %19 iken 2013 de %58 gelmiş, Gaz, Kömür ve Nükleer Enerjinin payı 2001 yılında %81 iken 2013 yılında 42’ye düşmüş. Yani açı tam tersine ilerliyor.
Fiyatlara baktığımızda, güvenlikten dolayı nükleer enerjide fiyatlar artıyor; çünkü yeni ilave güvenlik tedbirleri onun fiyatını yukarı çekerken, yenilenebilir enerjide fiyatlar aşağıya doğru gidiyor.
Söylem 8:
“Ülkemizde Elektrik Üretimin Neredeyse Yarısı Doğal Gazdan Karşılanmaktadır.”
Bu söylemde elektrik enerjinin %44’ü doğal gazdan sağlandığı belirtilmektedir. Geçmişte elektrik enerjisinin hemen hemen yarısı Doğalgazdan karşılanmaktaydı ama yıllar geçtikçe miktar azalmaktadır. Aynı zamanda dünyada doğalgaz fiyatları da azalmaktadır. Toplam Enerji Tüketimi İçinde Doğalgazın Payı 2014 Yılında %47,9 iken 2015 Yılında %37,9 ve 2016 Yılında da %32,1 olmuştur. Dolayısıyla elektrik enerjisi üretimindeki bağımlılığımız da azalmaktadır. Görüleceği üzere Nükleer Enerji Olmadan da azaltılabilmektedir.
Söylem 9:
“Enerjide %72 Oranında Dışa Bağımlı Olması, Her Yıl 60 Miyar Dolarlık Özkaynağın Yurtdışına Ödenmesine Yol Açmaktadır.”
Bu söylemde ülkemiz enerjide büyük oranda dışa bağımlıdır. Doğalgazın %98, Petrolün %92, Kömürün %20’si ithal edilmekte olduğu belirtilmektedir. Elektrik enerjisinin %100’ünü ülke kaynaklarımızdan üretilebilir. Bu sayede cari açığımızı azaltmak mümkündür. Rusya ile yapılan anlaşma sonucu alacağımız Elektrik enerji birim bedeli serbest piyasasında 5 sente düşmüşken, 12.35 Cent’e 2- 2,5 kat daha pahalı olup cari açığın daha da artmasına sebep olacaktır. 2015 yılında Toplam Doğalgaz ihtiyacımızın %58,63 ü, Petrol İhtiyacımızın %22,81’i Rusya’dan ithal ederek aşırı derece bağımlı iken elektrik ihtiyacı için Rusya’dan nükleer santral kurulması için anlaşma yapmakla bağımlılığımız daha da artıracaktır. Nasıl olacaksa, “Bağımsızlığımızı taşıyacağız” demeye getiriyorlar anlamak mümkün değil.
Söylem 10:
“Yenilebilir Enerji Kaynaklarımız Artan Enerji İhtiyacımızı Karşılamak İçin Yeterli Değil.”
Bu söylemde 2023’te 500 Milyar kWh’a çıkacak enerji ihtiyacını Hidrolik, Rüzgar, Güneş, Jeotermal, Biokütledeki toplam 230 milyar kWh bütün potansiyelimizi kullansak dahi, bu talebin (500 milyar kWh) sadece yarısını karşılayabileceğimiz belirtilmektedir.
Daha önce de gelecekteki kapasiteden bahsetmiştik. Mesela, hedefler konusunda biz doğru planlama yapmıyoruz. Almanya’nın hedefinden bahsettim. 2040 yılına kadar enerjisini etkin kullanarak yüzde 50 azaltıp, enerji üretiminde fosil yakıtlardan çıkararak, bütün enerjisini de yenilenebilir enerjiden karşılamaya gidiyor.
İsviçre’de geçen sene meslektaşımla sohbet sırasında bölgelerinde yapılan çalışmadan bahsederek “Bölgemizde bir hafta elektrik kesilse, hayatı nasıl sürdürürüz?” sorusunun cevabını aradıklarını. Bu proje için hangi teknolojilere ihtiyaçları var? Bu projeyi yapmak için ne kadar bütçe gerekli? Ve ne kadarlık zamana ihtiyaçları var? Bu sorularının cevabını buldukları zaman, hem kendi ülkeleri için sistemi kuracaklar, hem de dışarıya satıp bununla milli gelirlerini artıracaklar.
Söylem 11:
“Akkuyu Nükleer Santral Kurmak Yerine Baraj Yapılsa Düzce İli Kadar Alan Sular Altında Kalır.”
Bu söylemde 1000 MW kapasiteli Nükleer santral 1 km2 alan kaplarken, Güneş Santrali 500 km2, Rüzgar Santrali 600 km2 Hidrolik için 2400 km2 ve Biokütle için 6000 km2 civarındadır. Örnek olarak Akkuyu Nükleer Santralı kurmak yerine HES yapılsa Düzce’nin tamamı sular altında kalır. Rüzgar Santralı kurulsa Yalova’nın tamamı Rüzgar gülleriyle kaplanacağı belirtilmektedir.
Allah göstermesin bir nükleer kaza olursa ülkeyi kaybedeceğimizden bahsedilmemektedir.
Söylem 12:
“Ülkemiz 2023 yılının ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedeflemektedir.”
Bu söylemde aşağıdaki tabloda Enerji Talebini artıran faktörlere karşılık, arzını ne şekilde oluştuğu ve bunun sonucu olarak 2 Trilyon GSMH, 25 Bin Dolar Kişi Başı Milli Gelir, 500 Milyar Toplam İhracat hedefleri yer almaktadır.
Öngörülen ekonomik, nüfus ve talebe ilişkin öngörülen hiç gerçekçi olmadığına daha önce değinmiştik. Enerji fiyatları dünyada düştüğünden, Yıllara göre enerji ithalatına ödediğimiz bedellerin de düştüğünü görüyoruz. 2012’de Toplam enerji kullanımının %72’si olan 60.1 Milyar Dolar ile enerji ithalatına ödenmiş olup bu bedelle kömürün kullanımının %20’si, Petrol kullanımının %92 ve Doğalgaz kullanımın %98 oluşturmaktadır. Aşağıda yıllara göre enerji ithalatına ödediğim bedeller.
2011 2012 2013 2014 2015 2016
54.1 60.1 55.9 54.9 37.8 27.2 Milyar Dolar
Diğer taraftan Ekonomi Araştırma Merkezi var Londra’da; 2012 yılında bir araştırma yapmış. Türkiye 17. sırada, doğru. 2022 projeksiyonunu yaptığında, 16. sıraya geliyor. Gayri sâfi milli hâsılası 783’ten 2022 yılında 1 trilyon 758 milyar dolara kadar gidiyor. Bunların öngörüsü Türkiye 2010 yılında %9,2, 2011 yılında %8,8 büyümüş. Piyasada para bol ve Türkiye’de de bir büyüme potansiyeli var. Avusturya’da bir konferansa katılmıştım ve orada da 2011 yılında yaptıkları sunumda Türkiye’yi gösteriyorlardı, “Yatırım için oraya gidin; orada proje ve para var” deniliyordu.
2013 yılı başında Ekonomi Bakanımız, “Yüzde 6.5 büyüyeceğiz” dedi. Maliye Bakanımız, “O çok yüksek. 5.5” dedi. 6.5’e göre hesap yaptığım zaman, dolar bazında (dolarında yıllık %2’lik kaybının göz önüne alındığında) dolar bazında yıllık % 8.63 büyüme. Onu 10 yıl sonrasına götürdüğümde, 2023’e, 1.95, yani 2 trilyon dolar civarında. Ama 2 Trilyon Dolarlık ekonomik büyüklüğü ulaşsak da, ilk 10 ekonomi arasına girmemiz mümkün değildir. Günümüze geldiğimizde Nükleer Santral anlaşmaları sonrası Türkiye ekonomisi küçülmüş ve 2016 yılı da dolar bazında henüz net rakamlar çıkmamış olmasına rağmen daha da küçüleceği öngörülmektedir.
Söylem 13:
“Türkiye’nin Nükleer Enerji Çalışmaları, 1950’li Yıllarda Güney Kore ile birlikte başladı. 23 Nükleer Santral ile Kişi Başı Milli Gelirini bize göre 3 katına çıkardı.”
Bu söylemde Ülkemiz, Güney Kore ile 1950’li yıllarda nükleer enerji girişimine birlikte başladığını, ancak Güney Kore 2013 Senesi İtibarı ile işletmeye alınan Nükleer Santral sayısı 23’e ulaştığı ve Birleşik Arap Emirliklerinde nükleer santral kurma çalışmalarına başladığını, Kişi Başı Milli Gelirlerindeki fark bize göre 3 katına çıktığı. 1970 yılında Güney Kore kişi başı milli gelir 242 dolarken bizim ise 580 dolar olduğu ve bugün çok yükseklere giderek 2013 yılında bizim 10.782 dolar iken onların kişi başı milli geliri 33.189 dolar olduğu belirtilmiştir.
ODTÜ Kimya Bölümünden Prof. Dr. Ural Akbulut hocamızın 5 Haziran 2016 tarihli makalesinde çok önemli tespitler yapmış. Makalesini aynen sizlere sunmaktayım.
“Güney Kore: 60 yılda en zengin 11. ülke oldu Güney Kore’nin kişi başı milli geliri, 1953’te 67 dolardı günümüzde ise 35.000 doları aştı. Kore 1910’da Japonya’nın kontrolüne girmişti. Özgürlüğüne 1945’te kavuşan ülke, ikiye bölündü. Kuzeyliler, 1950’de Güney Kore’ye saldırınca Kore Savaşı başladı. Bir Türk Tugayı da Güney Kore’nin yanında savaşa katıldı. Savaş 1953’te sona erdiğinde Güney Kore, en fakir ülkelerden biriydi. Kore Savaşı’nda Birleşmiş Milletler güçlerinin komutanı Orgeneral D. MacArthur, Kore için “Ülkenin geleceği yok, 100 yılda toparlanamaz” demişti. Güney Koreliler, eğitimsiz bir tarım toplumu olduğu için yöneticiler, güçlerini eğitime yöneltti. İlk ve ortaokul mecburiydi. Ülkede, 5’er yıllık kalkınma planları uygulandı. Ülkenin kişi başı milli geliri 1970’te 242 dolar olabildi. Kalkınma için sermaye olmadığından, ABD’den yatırım yapması istendi ama ABD yapmadı. Güney Kore’den 1961’den itibaren Almanya’ya işçi olarak gidenler, birikimlerini ülkelerine gönderince küçük işletmeler gelişti. Güney Kore, çelik üretimine yöneldi. Yabancı uzmanlar getirtilerek 1973’te yüksek kalitede çelik üretilmeye başlandı. Ülke, 2009’da çelik üretiminde dünyada 4. sıraya yükseldi.
Yüksek teknoloji refah getirdi Çelik üretimi sayesinde; inşaat, makine, otomobil ve gemi üretimi sektörleri gelişti. Petrolü olmayan Güney Kore, 1973 petrol krizi sırasında Orta Doğu ülkelerinde inşaat yapmaya başladı ve 1981 yılının ihale geliri 13.7 milyar oldu. ABD’liler küçük ve orta ölçekli sanayi şirketlerinin çoğaltılmasını önermişti. Koreliler ise var olanları büyüterek; Samsung, LG, Hyundai-Kia ve SK gibi dev şirketler oluşturdu. Samsung, elektronik şirketi olarak bilinse de dünyanın en büyük inşaat şirketlerindendir. Samsung yurt dışında; Petronas Kuleleri, Taipei 101 ve Burj Khalifa gibi dünyanın en yüksek binalarını yaptı. Gemi üretiminde Kore, dünya ikincisidir. Daewoo, Hyundai, Samsung ve STX dünyanın en büyük gemi üreticileridir. Güney Kore, otomobil sektörüne 1960’ta Toyota lisansıyla girdi. Kia 1962’de Mazda’nın montajı için kuruldu. Hyundai, 1968’de Ford’un montajcısıydı ve 1975’te Kore’de tasarlanan ilk otomobili üretti. Asya ekonomik krizinde Hyundai, Kia’yı satın aldı. Hyundai-Kia, dünyanın en büyük otomobil şirketlerinden biri oldu ve ABD’de kurduğu fabrikada otomobil üretmeye başladı. Güney Kore, yarı iletken üretimine 1984’te başlayabildi ama bellek teknolojisi alanında atılım yaptı. Aynı yıllarda Türkiye’de, yarı iletken malzemeler üreten TESTAŞ kurulmuş ama başarılı olamamıştı. Güney Kore ise bellek teknolojisinde 1994’te dünyanın önde gelen üreticileri arasına girdi. Günümüzde bellek teknolojisi alanında %52’lik pazar payıyla dünya lideridir ve yıllık satışı 35 milyar dolardır. Yarı iletken üretiminde dünya ikincisidir ve yıllık satışları 52 milyar dolar civarındadır. Güney Kore’nin ekonomisi; 1953’te Türkiye’den geriydi, 1980’de yarı iletkenlerle yüksek teknolojiye adım attığında kişi başı milli geliri 1590 dolardı. Yüksek teknoloji sayesinde milli geliri, 2000’de 11.000 dolara çıktı ve günümüzde ise 1,4 trilyon dolarlık milli geliriyle, (ülkemizin 2 katı) dünyanın 11. ekonomisi oldu.”
Hocamızın bu değerlendirmesinden sonra aşağıdaki grafikteki şu hususu da değerlendirmenize sunmak isterim. Bakın arkadaşlar bu grafikte ülkemizin dünya ekonomisinden yıllara göre aldığı pay.
1980’lerde yüzde 1.17 pay alıyormuşuz. Gelmişiz 1987’ye, yüzde 1.41 pay almışız. %20 lik artışa karşılık gelmektedir. 1982’den bu yana geçmiş 35 yıla baktığımız zaman, bu 35 yılın 11 yılında koalisyonlar var. Geri kalan 24 yılda tek parti iktidarları var. Bu geçtiğimiz 35 yılın 15 yılında AkParti iktidarı var. AkParti iktidarının ilk 5 yılı ortak akılla yönetiliyordu, bir istişare vardı kendi aralarında. 2007’den bu yana tek akıl var, tek kişi üzerine siyaset, bir başkan üzerine siyaset şekilleniyor. Genel Başkanları değiştiriyor, Cumhurbaşkanlarını, Meclis Başkanlarını, Başbakanları, bakanları belirlemektedir. Tek seçici, yani bugün yeni anayasayla yapacağım dediklerini aslında 10 yıldır tek başına yapıyor. Sonuç olarak yine de dünya ekonomisinden aldığımız yüzde 1.41 payı 30 yıldır geçememişken aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere; Ülkelerin Milli Gelirlerinin Dünya Milli Gelirine (Satınalma Gücü Paritesi esas alınmış) oranındaki değişim: Çin %330, Vietnam %118, Singapur %100, Hindistan %93, Güney Kore %53, Tayvan ve Endenozya %33 dünya ekonomisinden aldığı payı büyütmüştür.
Söylem 14:
“Yarım Asır önce Başlayan Nükleer Santral Kurma Çalışmaları 2010 yılında Nihayet Sonuç verdi.”
Bu söylemde 1956 yılında Atom Enerji Kurumu Kuruldu, 1976 yılında Akkuyu NGS Yer Lisansı verildi, 1977-1979, 1982-1985, 1996-2000, 2008-2009 olmak üzere 4 kere ihale yapılıp iptal edildiği, ancak 2010 yılında Akkuyu, 2013 yılında da Sinop için hükümetler arası anlaşma yapıldığı belirtilmektedir.
Elektrik Mühendisi ve Ekonomi üzerine de uzman olan Turgut Özal, Türkiye Elektrik Kurumuna bağlı olarak çalışan Nükleer Enerji Dairesini Çernobil felaketi sonrası 1987 yılında kapattı. Barajlar kralı İnşaat Mühendisi Süleyman Demirel bu işi bilmiyordu, Ağır Sanayi hamlesi diyen Makine Mühendisi Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca bilmiyordu, gazeteci Bülent Ecevit bilmediklerinden dolayı değil, yanlış bir yatırım olduğunu bildikleri için uzak durmuşlardır.
Ama “Ülkeyi İşletme gibi yönetmek gerekir – Nükleer Enerji için “Olmazsa Olmaz” diyen Sayın Başkanımız/Cumhurbaşkanımız bu işi biliyor?
Söylem 15:
“Türkiye’de Nükleer Santral Kurulmamış Olmasında Siyasal İstikrarsızlığın Da Önemli Payı Vardır.”
Bu söylemde Türkiye’de 90 yılda 61 Hükümet kurulduğu, ortalama hükümet ömrü 1,5 sene olduğu, Nükleer santrallerin inşaatının tamamlanıp işletmeye alınması için 10 yıl gerekli olduğu belirtilmiştir. Biraz önce bahsetmiştim 35 yılın 24 yılında tek parti hükümeti vardı ve bunun son 15 yılı aynı partinin tek başına mutlak iktidarı olmasına karşın dünya ekonomisinden aldığımız pay %1,4 altındadır.
DÜNYADA NÜKLEER SANTRALLERİN DURUMU
Söylem 16:
“Günümüzde 31 Ülkede Toplam 435 Nükleer Santral Bulunmaktadır. Birçok Gelişmiş Ülkede Enerji Arzında Nükleer Santraller Kullanılmaktadır.”
Bu söylemde 31 ülkede 435 nükleer santralın işletmede olduğu, 15 ülkede 72 santralin yapımı devam ettiği, 2030 yılına kadar 164 Nükleer Santralin yapılması planlanmakta olduğu belirtilmektedir.
1970’lerdeki petrol krizi sonrası nükleer enerjiye güvenli diye yatırımlar yapıldı. 1979 yılında Amerika da Three Mile Island Kazası (Çevreye Radyasyon Yayılmadı) ve 1986 Çernobil Kazasına (Çevreye Radyasyon Yayıldı) kadar büyüme gösteren nükleer santraller 1990 yılından itibaren hızla önemini kaybetmiş, küçülmeye gitmiş. 2011 Fukuşima Kazası ile de çalışma ömürlerini tamamlayan santrallerin kapanması gündeme alınarak sayıları hızla düşmektedir.
Gelişmiş ülkeler sahip oldukları nükleer enerji teknolojilerini emre amade ve güvenli enerji olduğunu öne sürerek teknoloji transferi adı altında gelişmekte olan ülkelere yapmış oldukları ticari faaliyettir. Pazarlama yapmaktadırlar. …
O vakit neden %100 enerjilerini nükleer santrallerden sağlamazlar? Neden 1986 yılındaki Rusya/Çernobil kazası sonrası geliştirilmiş oldukları nükleer teknolojiyi dünyaya pazarlayamamaktadırlar.
Nükleer atıklarının bertaraf edilmesine ilişkin niye hala çaresizdirler.
Nükleer santral yakıtları da doğada sınırlı olarak bulunmakta olup nükleer enerji ile nasıl sürdürülebilir enerji politikası geliştirilebilirler?
Söylem 17:
“Fukuşima Sonrası Nükleer Santral Kurma Çalışmaları Devam Etmektedir.”
Bu söylemde Fukuşima’dan sonra ABD, İngiltere ve Birleşik Arap Emirlikleri dahil olmak üzere dünya çapında 72 adet nükleer santral inşaatının devam etmekte olduğu belirtilmektedir.
Fukuşima kazası sonrası Japonya bütün nükleer santrallerini kapattı. Birçok gelişmiş ülkede kapatma kararları alarak işletmedeki nükleer santralleri ekonomik ömürleri tamamları sonrası işletme dışına çıkaracaklar.
Söylem 18:
“Almanya Kapanan Nükleer Santrallerle Enerji İthal Eden Bir Ülke Konumuna Gelmiştir.”
Bu söylemde Almanya ömrü dolan 8 nükleer santrali kapatmış ve bunun sonucu olarak elektrik fiyatları %30 artmış, Japonya’da nükleer santrala dayalı elektrik üretiminin durdurmanın yıllık maliyeti 40 Milyar Dolar olduğu ve bu nedenle elektrik enerji fiyatlarının evlerde %10, sanayide %15 arttığı belirtilmektedir.
Rusya’dan sonra Japonya’da meydana gelen kazalardan sonra Almanya nükleer santrallarını kapatarak bir kaza durumunda daha büyük maddi ve manevi kayıplarla karşılaşmamak ve Japonya’nın durumuna düşmemek için bu bedellere katlanmaktadır. Zaten Japonya deprem sonrası 3 santralini kaybetmeleri ile meydana gelen maddi, manevi ve çevresel kayıplarının yanında nükleer santralleri çalıştırmamasının maliyeti çok küçük kalmaktadır.
TARIM, TURİZM, ÇEVRE VE RADYASYON
Söylem 19:
“Nükleer Santrallerin Çevresinde Günlük Yaşam Doğal Akışıyla Devam Etmektedir.”
Bu söylemde denizde soğutma suyu alan nükleer santrallerin çevresindeki insanlar günlük yaşamlarına devam etmekte olduğu belirtilerek bir çok ülkedeki santrallerin fotoğrafları paylaşılmaktadır.
Aşağıda Akkuyu Nükleer Güç Santralının soğutma suyuna ilişkin raporda yer alan bilgilere göre; PDF dosyasından kopyalayarak aynen aldım, Enerji Bakanlığından.
Fakat burada önemli nokta şu;
Akkuyudaki 1 santralin Reaktör Termal Gücü 3212 MW
Soğutma Suyu Sıcaklığı 20,70 Santigrat Derece
Net Elektrik Gücü 1114 MW
Tek Çevrim Sıcaklığı 250 Santigrat Derece İken
Türbin kondersatörlerine giden su miktarı 1 santral için Saate 200.160 m3 olmakta ve bu miktar yardımcı ünitelerle birlikte saatte 216.136 m3 ihtiyaç olduğu, yardımcı elemanlarla beraber 4 ünite için saatte 864.544 m3 soğutma suyu gerektiği belirtilmektedir.
Akdeniz’deki sıcaklık değişimlerini koydum buraya. Ağustos ayında deniz suyu ortalama sıcaklığı 26 derece iken ortalama karada sıcaklık 31 derecelerde 1. Grafikte. 2. Grafikte ise Ağustos ayında ortalama sıcaklığı 28 derece iken maksimum sıcaklık 31 derecelerde. Grafikte dereceleri görüyorsunuz. Fakat burada önemli nokta şu. Reaktörün elektrik enerji anma gücü 1.198 MW’lık iken, 3 bin 212 mW’lık toplam kapasitesi var. Bunun net elektrik üretimi 1.114 kWh, yani alıp şebekeye vereceğiniz enerji bu. 250 santigrat derecede sıcaklık çıkarıyoruz santraldan ve bu suyu 20.70 santigrat su ile soğutulacağı yazılmakta ve bir santralın, bir ünitenin ihtiyaç duyduğu 216 bin m3 olup, 4 tane ünite için toplam 864 bin metreküp saatte çevrim suyuna ihtiyacımız var.
Halbuki Akdeniz’deki tabloda yer alan en yüksek deniz suyu sıcaklığına göre bu hesap yapılmalıydı. Meydana gelen yaklaşık 8.392 MW termal ısısının soğutma suyu 20.70 Santigrat derece yerine yapılan hesapların yerine tablodaki en yüksek 31 Santigrat dereceye göre hesap yapılmış olsa soğutma suyunun saatte duyduğu ihtiyaç 1 milyon m3’ün çok üstünde olacaktır.
Termal Isı enerjisi nasıl Akdeniz’in tuzlu ve sıcak suyu ile soğutma yapılacağına dönük bir açıklama yok. Bu kadar büyük miktar deniz suyu döngüsü deniz suyunu ısısını ne kadar artıracak? Bu döngüyle deniz ekolojisinde nasıl değişiklikler olacak? Bu yüksek su sirkülasyonun olduğu yerlerde insanlar nasıl güvenle denize girebilmektedir. Deniz tabanındaki ağır metallerin buharlaşarak atmosfere yayılma tehlikesine ne olacak? Bu soruların cevaplarını bu bilgilendirme kitapçığında göremedim.
Geçen sene Meclise sunulan Kıyı Kanununda ve Nükleer Santralların İmar mevzuatından çıkarılıp Atom Enerji Kurumuna devredilmesine ilişkin kanunlarda değişiklik yapıldı. Bu konuda itirazlarımızı bir rapor halinde TÜSODER olarak Meclisteki partilere sunduk. “Rafineri, petrokimya tesisleri ve eklentileri ile milletlerarası anlaşma hükümlerince yapılması gereken tesisler kapsam dışına çıkarılmıştır.” Yani bir Kıyı Kanunumuz var kıyılarımızı korumak için. Onu iyileştirmek için ona ilaveler yaparsınız; ama askıya almak demek iyileştirme değil, onu yok etmeye dönük bir çalışma olduğu görülüyor burada.
25 Nisan 2015 tarihinde TBMM sevk edilen Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına dair Kanun Teklifi gerekçesinde;
“Ülkemizde yatırım ortamını iyileştirilmesi ve arz güvenliğini sağlanması kapsamında yerli ve yenilenebilir kaynakların çok hızlı sisteme dahil edilmesi kapsamında yatırımcının bürokratik işlemlerinin azaltılması amacıyla farklı kanunlarda tespit edilen uygulama ve sorunların giderilmesine ilişkin çabalar, Yenilebilir kaynaklara dayalı elektrik üretim kapasitesinin artırılması ve bu tesislerde kullanılan teknolojik ekipmanın yurt içerisinde üretilmesi amacıyla yenilebilir enerji kaynak alanlarının belirlenmesi ve uygulamanın sadeleşmesine yönelik çalışmaları saygıyla karşılamaktayız.” Denilmekte
Madde-2
4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı kıyı kanununda Madde 27/A yapılanması değişiklikle “Rafineri, Petrokimya tesisleri ve eklentileri ile milletlerarası anlaşma hükümleri uyarınca yapılması öngörülen tesisler” kapsam dışına çıkarılmaktadır.
Akdeniz ve Ege Bölgelerimiz Turizm bölgeleri ve tarım bölgeleri olarak ülkemizin ekonomik kalkınmasında önemli bir yere sahil olup, canlı yaşamına, çevreye ve ekonomiye yüksek bedelleri olacak bu tür tehlikeli Rafineri, Petrokimya ve Atom Santralları gibi tesislerin yapılabilecektir.
Böyle riskleri açısından önem arz eden projelerin yapımı konusunda kamuoyunun ve bölgede yaşayan insanların bilgisi dahilinde olmalıdır. Bu konuda Çernobil, Fukuşima Atom santrallarındaki kazalar ile İngiliz petrol şirketi BP’nin 20 Nisan 2010’da yaşanan kaza sonucunda 11 işçi hayatını kaybetmiş, İlerleyen haftalarda kuyudan 3 milyon varillik petrol Meksika Körfezi’ne karışmış, meydana gelen çevre felaketi için BP 20 milyar 800 milyon dolar ödemeyi kabul etmiş ve cezanın 8,1 milyar dolarlık bölümünün deniz yaşam ve canlılarının eski haline döndürülmesi için harcanacaktı.
Madde-3
9/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kanununa “Yapı Ruhsatı ve Denetimi; Nükleer Santral sahalarında yapılacak tüm yapılar hakkında her türlü sorumluluk münhasıran santral işletenine ait olmak üzere, 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı imar kanunu ile 29/6/2001 tarih 4708 sayılı yapı denetimi hakkında kanunun yapı ruhsatı yapı denetimi ve yapı kullanma iznine ilişkin hükümler uygulanmaz. Bu yapılara ilişkin olarak verilecek izinler ve yapılacak denetimlerle ilgili hususlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görüşü alınarak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir.”
Aynı şekilde, Akkuyu’yu İmar Yasasından muaf yapıp devre dışına çıkarıyorlar. Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna Akkuyu Nükleer Santralının denetimini veriyorlar. Atom Enerjisi Kurumuna bağlı İstanbul Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezine iki tane nükleer santralımız radyo izotop üretmek için kurulmuş. 1 MW 1960 yılların başında, diğer de 1980 yılların başında kurulan 5 MW olmak üzere toplam 6 mW. 1996 yılında binanın güçlendirilmesi için her iki nükleer santral kapatılmış. 2016 yılında ancak 20 yılda binanın güçlendirmesini tamamlamışlar. Şimdi, güvenliğini nasıl test edeceğiz diye onun üzerine çalışıyorlar. Toplam 6 mW için 20 yıldır çözüm üretememiş Atom Enerjisi Kurumuna Rusların yapacağı 4800 MW kapasiteli Akkuyu Nükleer Santral için yetki verilmektedir.
Bu konuda da TÜSODER olarak itirazımızı verdik. CHP, bununla ilgili Anayasa Mahkemesine giderek bizim raporumuzu da dosyalarında sundu.
NÜKLEER SANTRALLERİNKATKILARI
Söylem 20:
“Akkuyu Nükleer Santrali bugün İşletmede olsaydı Tek başına Ülkemizin Elektrik Tüketiminin %16’sını, İstanbul’un Tüm Elektrik İhtiyacını karşılardı.”
Bu Söylemde Akkuyu NGS 35 Milyar kWh, Sinap NGS 33 Milyar kWh yıllık elektrik enerjisi sağlayacağını, 2011 verilerine göre İstanbul’un 35 Milyar kWh, İzmir’in elektrik talebi 17 Milyar kWh, Kocaeli 12 Milyar kWh, Ankara 11 Milyar kWh, Bursa 10 Milyar kWh elektrik enerjisi kullandığı belirtilmektedir.
Bu santraller Allah göstermesin Amerika’daki TMI kazası gibi bir kazaya maruz kalırsa yaklaşık 1000 MW santralın maliyeti 5 milyar dolar çöp olacak. Allah göstermesin Çernobil veya Fukuşima gibi olursa Can, Çevre ve Mal kayıpları bizim için FELAKET olur.
Söylem 21:
“2000 Yılında Nükleer Santral İhalesi Gerçekleşmiş Olsaydı, 2023’e kadar 41 Milyar Dolar Daha Az Doğal Gaz İthal edilecekti.”
Bu söylemde 2000 yılında Nükleer santral ihalesi gerçekleşmiş olsaydı bu sayede 2023 yılına kadar yıllık 3,6 milyar dolardan toplam 41 Milyar Dolar daha az doğalgaz ithal edecektik Doğalgaza verdiğimiz bu parayla da Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerini biz yapabilirdik.
Yanlış bir kurgu yapılmaktadır. Birincisi bir santralın yapımı 10 yıl sürüyorsa bu 10 yıl içinde elektrik enerjisini nereden sağlayacaktık? Ve ne bedel ödeyecektik? İkinci nokta 2000 yılında Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerini biz nasıl yapacaktık. Para ve teknoloji varmıydı?
Söylem 22:
Akkuyu ve Sinop Nükleer Santralleri Sayesinde Doğalgaz İthalatına Yıllık 7,2 Milyar Dolar Ödemekten Kurtulacağız.”
Bu söylemde Akkuyu ve Sinop Nükleer Santralleri sayesinde doğalgaz ithalatına yıllık 16 Milyar m3 için 7,2 Milyar Dolar ödemekten kurtulacağımız belirtilmektedir. İthal ettiğimiz doğalgazın %60’sını Rusya’dan temin ediyoruz ve burada azalmaya karşılık yapılacak Akkuyu Santralinden üretilecek elektriğin yüksek bedelleri hesaba katarsak bu hesap yanlış yapılmış olur.
Söylem 23:
“Yıllık Yakıt Çubukları Maliyeti Doğalgaza göre 10 Kat daha Ucuzdur.”
Bu söylemde Akkuyu ve Sinop Santrallerinin yıllık yakıt maliyetleri 720 Milyon Dolar olduğu, aynı miktarda elektrik üretimi için yıllık doğalgaz ithalatı 7,2 Milyar Dolar olduğu belirtilmektedir. Biz Rusya’dan yakıt çubuğu satın almayacağız. Akkuyu’da (Bize ait arazide) üretilen enerjinin %50’sinin 15 yıl boyunca 1 kWh 12.35 Cent ortalama fiyatla (bu fiyat 15,33 Cent’te kadar çıkabilmekte) elektrik satın alacağız. Nisan 2015’te spot piyasada 1 kWh elektriğin fiyat 5,1 Cent olmuş. Ve bugün faturalarımızda enerji bedeli 21 krş (Dolar Kurunu 3,5 TL alsak) 6 Cent civarında bedel öderken 12.35 Cent faturalarımıza nasıl yansıyacak? Rusya’ya vereceğimiz dövizin yıllık boyutu (Yaklaşık 35 Milyar kWh Elektrik Enerjisinin %50 sine 0,1235$/kWh dan alım garantisi var). Diğer yarısı piyasa fiyatları (Örnek olarak 0,05 $/kWh) ile hesapladığımızda
35.000.000.000 kWh* %50 =17.500.000.000 * 0.1235 = 2.161.250.000 $/yıl.
Diğer yarısı serbest piyasada 17.500.000.000 * 0,05 = 875.000.000 $/Yıl
Toplam 3.036.250.000 $/Yıl * 15 Yıl = 45.543.750.000 Dolar’ın üstünde bedel ödeyeceğiz.
Söylem 24:
“Doğalgaz ve Nükleerin Elektrik Üretim Maliyet Kıyaslamaları.”
Bu söylemde Doğalgaz santralindeki yakıt giderlerinin payı yükse olup küçük bir artış elektrik maliyetini çok artırabilmekte olduğu belirtilmektedir. Yüzdelerle mukayese yapılmış. Yani istatistikçiler görse kalp krizi geçirir.
Birim fiyatlar olmadan bir ürünün içinde % oranlarla kıyaslama yapılamaz.
Rüzgar – Güneş – Su girdi maliyetleri bedeli “Sıfır TL” olduğundan hesabı %0 üzerinden yaparsak ne diyecekler?
Söylem 25:
“Daha Az Yakıt Daha Az Atık Demektir.”
Bu söylemde 10 gram uranyumun ürettiği enerjiyi ancak 1 ton kömür yakarak elde edilmekte olduğu belirtilmektedir. Yararlı teknolojiler varken, zararlı teknolojiler üzerinden tercih yapılmaz. Kaldı ki bu zararlı iki teknolojide hangisi insan yaşamı için kontrol edilebilir? Sorusunu değerlendirmek daha doğru olur.
Söylem 26:
“Dört Kişilik Bir Ailenin Hayatı boyunca Elektrik İhtiyacını Nükleer Santralden Karşılarsa, Ortaya Çıkacak Atık Miktarı Bir Golf Topu kadardır.”
Bu söylemde Nükleer Santralden çıkan atığın %97’si düşük ve orta düzeyli atıklar, %3’ü ise yüksek düzey atık olduğu ve 4 kişilik bir ailenin hayatı boyunca kullanacağı elektrik ihtiyacının nükleerden karşılanması durumunda atığın hacminin sadece bir golf topuna benzetilerek küçük bir hacimden söz edilmektedir. Nükleer atık ne kadar küçük olursa olsun kontrol altına alınmadığı takdirde çevre ve canlı yaşamına karşı ne kadar tehlikeli olacağını düşünülmemektedir. Nükleer Atıklarla ilgili problemler hala çözülmemişken, kim bu golf toplarını milyonlarca yıl koruma altına almak ister. Ruslar bu topları golf oynayıp canlıları ve çevreyi yok ederiz diye bize vermezler. Sanki golf topuyla oyun oynayacaklar. Hadi Kömür Santralından Çıkan Külü Bir Çukura Koy Üstünü Kapatalım. Öylede Yapılıyor…
Söylem 27:
“Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerinin İnşaatında 20.000 Kişi İstihdam Edilecektir.”
Bu söylemde Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerinin inşasında 20.000 kişi, santrallerin İşletmesinde de 7000 Mühendis, İşçi ve teknisyen çalışması öngörülmektedir. 600 öğrenci 1 yıl Rusça dil eğitimi ve 4 yıl lisans Nükleer Mühendis eğitimi alacağı belirtilmektedir. İleri teknolojilerle donatılmış bir tesislerde (yakıtlarda dışardan hazır gelecek) sadece operasyon için çalışacak personel sayıları düşünüldüğünde rakamlar çok abartılıdır.
Söylem 28:
“Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerinde Özel Eğitimli Türk Mühendisler ve İşçiler Görev Alacak. “
Bu söylemde 600 Türk vatandaşı işletme sırasında görev alacağı belirtilmektedir. Kurulması öngörülen Türk Japon Üniversite Nükleer Santrallere mühendis yetiştirmek için kurulacaksa İTÜ, HACETTEPE, ve Diğer Üniversitelerimizdeki Nükleer Enerji Bölümlerinden farkı ne olacak ve buralardan mezun olanlar ne iş yapmaları planlanmaktadır.
Söylem 29:
“Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerinde Türk Firmaları En Az 16 Milyar Dolar İnşaat İşleri, Malzeme ve Ekipman Hacmini karşılayacaktır.”
Bu söylemde Akkuyu ve Sinop santralleri projelerinde toplam yatırım maliyeti 45 Milyar Dolar olup, Bu projeler kapsamında 16 milyar dolar değerinde inşaat işleri malzeme ve ekipman tedariki ve mühendislik işleri Türk şirketlerince karşılanacağı belirtilmektedir. Rus ve Japon üretim teknolojilerine göre (kullanacak cihaz ve ekipmanlar nükleer santraller için özel imal edilmekte ve üretim sertifikaları da üreticilerinde mevcut iken) projelendirilen santrallerde kullanılacak cihaz ve ekipmanların Türk firmalarından temin edilmesini neden yapsınlar. Kaldı ki bizim yapacağımız ürünlerin güvenlik korumaları açısından da testlerini kim yapacak. Satın alacağımız elektrik enerjisine ödeyeceğimiz bedelin ve atık maliyeti diğer tehlikeler göz önüne alındığında sözde 16 Milyar Dolar hedefine yönelik yapılan öngörüler gerçekçi değildir.
Söylem 30:
“Teknoloji Transferi Gerçekleşecek ve Türk Firmaları Dünyadaki Santraller için tedarikçi olabilecektir.”
Bu söylemde önümüzdeki 10 yıl içinde Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, gibi yakın çevrelerde nükleer santral projeleri hayata geçeceği, uluslararası firmaları Türk firmaları ile ortaklık kurma niyetleri ile ortak yatırımlar sonucu yerli firmalarımıza önemli teknik birikim kazandıracağı belirtilmektedir.
Nükleer santralların güvenlik ve atık problemleri ile yakıtın dünya rezervlerinin de sınırlı olmasından dolayı 1970 yıllarındaki öngörülen büyümenin çok gerisinde kalmıştır. Yapılan öngörü gerçekçi değildir. Önceki yıllarda Devletimizin destekleriyle Nükleer Mühendisler Derneği tarafından 3 zirve yapılmış olmasına karşılık 16 milyar dolarlık potansiyelden ne kadarlık hedef tutturulduğu sorusunun cevabı Nükleer Santraller Zirvesini düzenleyenlerin açıklamalarında maalesef YOK.
Sonuç Olarak Şunu Söyleyeceğim.
1977 yılıydı, Sultanahmet Meslek Lisesinde gece bölümünde 2. Sınıfta iken kimya dersimize Kimya Yüksek Mühendisi (haftada 2 saat ders vermeyi hobi olarak yapmakta idi) girmekte idi. Hocamız Cem Boyner gibi yakışıklı, giyimi ve hali vakti yerinde Buick marka büyük bir arabası vardı. Bir akşam ders anlatımı bittikten sonra bizlerle sohbet ederek “Çocuklar; gelecekte, arabamıza hap kadar bir atom çekirdeği koyacağız, senelerce o arabamıza petrol filan almadan kullanacağız. Mühendisler bu atom parçacığını kontrol etmek üzerinde çalışmalar yapmakta ve çok yakın gelecekte çözülecek ve kullanacağız” demişti. Aradan 40 yıl geçti, hâlâ kontrol edemiyoruz. Bilim adamları ne diyor; “Kontrol Edilemeyen Enerji, Enerji Değildir.”
Çok teşekkür ederim. Saygılar sunuyorum.
Yüksek Elektrik Müh. Bilgin Akbal – TÜSODER Enerji Komisyonu Başkanı.