ALTIN ELDE ETME YÖNTEMLERİ ve SİYANÜR

TÜSODER-Tüketici Sorunları Derneği Sağlıklı Çevre Hakkı Serisi-II

Metallerin kralı olarak bilinen değerli altın metali, okyanusların diplerinde, volkanik alanlarda, kumlu akarsu yataklarında ve yer yüzeyinin derinliklerindeki kayalarda minerallerle ve bakır, gümüş, platin gibi elementlerle karışmış bir şekilde bulunur. Okyanus suyundan ve derin deniz diplerinden ve volkanik dağlardan altın çıkarılması mümkün olmadığından veya çok maliyetli olacağından geriye nehir yatakları ve yer altındaki kayaçlar kalmakta. Volkanik bölgelerde sıcak lavlarda eriyen altın, soğuduktan sonra diğer metallerle birleşerek katılaşır ve altın cevherini oluşturur

Akarsu yataklarından çıkarılan altın yataklarına “ikinci derece altın yatakları” denilmektedir. Bu yataklar, dağlardaki altın cevheri içeren kayalardan, yağmur, akarsu ve havanın da etkisiyle oluşur. Altın içeren parçalanmış kayaçlar akarsu tarafından taşınır. Akarsuyunun yavaşladığı yerlerde alüvyon kökenli çökellerde altın olabilmektedir. 1849 yılında Amerika’nın California eyaletinde yaşayan bir su değirmeni işçisi dere boyunca yürürken şans eseri altın buldu. Geleneksel yöntemlerle altın arayanlar, nehir kenarlarında altın içeren kumu süzgeç tepsilerle çalkalayarak altın elde etmeye çalışmıştır. Altın çok yoğun bir metal olduğundan süzgeç tepsilerinin altında  birikme eğilimindedir. Bu geleneksel yöntem M.Ö. 2500’lü yıllarda eski Mısır’da kullanıldığına dair tarihi belgeler vardır. Günümüzdeyse altın uydulardan ve gelişmiş araçlarla tespit edilmekte ve yüksek teknolojiye sahip araçlarla gün yüzüne çıkarılmaktadır.

Altının diğer bir özelliği ise kümeleşme eğilimi göstermesi ve maden yatağı adı verilen yerlere yönelmesidir. Kayaçlardaki altın yataklarına “birinci derece altın yatakları” denilir. Altının büyük bölümü bu kayaçların üzerindeki ayrıkların arasına yerleşmiş bulunmaktadır. Kayaların içindeki altını çıkarmak oldukça zor bir işlemdir. Bunun için güçlü parçalama ve kırma gibi birçok yöntem kullanılması gerekir. Bu işlem de genellikle büyük şirketler tarafından yapılır. Büyük şirketler bunun için kırıcı makinelere sahiptir ve kayaları kırıp, çeşitli işlemler ile kum tanesi düzeyinde küçülttükten sonra eleme makinesi kullanılır.

Karbon hamuru ve siyanürleme yöntemi kullanılarak da altın ayrıştırılır. Bu işlem için yasal izne sahip olmak gerekir ve maliyeti yüksektir.

SIRA TOPRAK ÜSTÜNDEKİ BİTKİ ÖRTÜSÜNÜ KALDIRMAYA GELİR

Altının varlığı saptandıktan sonra toprak üzerindeki bitki örtüsü ortadan kaldırılır. Ormanlık alansa ağaçların kesilmesinin ardından toprağın verimli kısmı olan üst kısım sıyrılır. Cevhere ulaşmak için patlatma ve kırma yöntemleri uygulanarak toprak ve içerisindeki kayalar parçalanır. Siyanürün henüz kullanılmadığı bu süreçte bile ekosistemdeki canlılara ve doğal kaynaklara zarar verilir.

Yeniden ağaç dikilse bile zengin bir ekosistemin oluşması neredeyse yüz yıllar alır.

Kayaçların dinamitle parçalanması veya kaya kırma makineleriyle ufalanmasından sonra cevherin kimyasal yollarla ayrıştırılması gerekir. Elde edilen altın metalinin bulunduğu karışım, karbon ve siyanür gibi kimyasal maddelerle işlemlerden geçirilerek saflaştırılır.

DÜNYA ALTIN ÜRETİMİNİN ÇOĞU SİYANÜRLE YAPILMAKTADIR

Siyanür, kayaçlar üzerindeki milimetrenin %1’i oranındaki ince yapılı altını tutabilmektedir. Bu nedenle Dünya altın üretiminin çok büyük bir bölümü siyanürle yapılmaktadır. Siyanürün yüksek zehirli içeriğine rağmen günümüzde siyanüre alternatif olarak kullanılabilecek zararsız bir yöntem henüz bulunamamıştır. Siyanüre alternatif denebilecek asitle arıtma yöntemiyse başka bir zarar ortaya çıkarır. Bu yöntemde çıkartılan altın cevheri sülfürik asit, nitrik asit (kezzap) veya klor ile arıtılır.

Resmi veriler altın madenlerinin yol açtığı felaketlerin başında siyanür sızıntısının geldiğini gösteriyor.

Peki siyanür nedir ve neden zararlıdır. Ve bu felaketler nerede ve nasıl olmuştur?

Zehir bilimi denebilen Toksikoloji’nin kurucusu, Paracelsus adlı doktor ve kimyager olan bilim insanıdır. Onun ifadesi bugün de temel bir prensiptir. “Her kimyasal, doza bağlı olarak zehirdir (toksiktir).”

Siyanür, doğada pek çok bitki ve meyve çekirdeğinde, sigara dumanında bulunan ve kimyasal savaşlarda zehirleyici olarak kullanılmış son derece tehlikeli toksik bir kimyasaldır. Az miktarda dahi yutulması solunması veya deriden emilmesi daha son derece öldürücü bir etkiye sahiptir.

Siyanür zehirlenmesi genelde yangınlarda duman solunması, siyanür kullanan endüstrilerde (fotoğraf, kimyasal araştırmalar, sentetik plastik, metal işleme ve elektro kaplama vb) çalışanlarda ve çok ve uzun süre sigara içenlerde görülmektedir. Ancak siyanür içeren pek çok kimyasal maddenin tamamı zehirli değildir. Örneğin, Sodyum siyanür (NaCN), potasyum siyanür (KCN), hidrojen siyanür (HCN) ve siyanojen klorür (CNCl) gibi bileşikler, doza bağlı olarak ölümcül olabilecek kadar zehirli olabilirken; nitril denilen binlerce bileşik, siyanür grubu (-CN) içermesine rağmen toksik değildir. Çünkü nitriller, zehir olarak hareket eden CN- iyonunu kolay salamadıkları için tehlikeli değildir.

Altın ayrıştırmasına gelirsek: Siyanür, pek çok metalle kolaylıkla birleşebilme özelliğine sahiptir. Bu da altın gibi metallerin cevherinden ayrıştırılmasında onu kullanışlı bir kimyasal yapmaktadır. Altının cevherden ayrıştırılması için yaygın olarak kullanılan çözelti, sodyum siyanür (NaCN) çözeltisidir. Altın madenciliğinde kullanılan iki tip ayrıştırma yöntemi söz konusudur:

İlki “Yığma Çözündürme”olarak bilinen yöntemdir. Büyük miktardaki cevher üzerine siyanür solüsyonu püskürtülerek uygulanır. Siyanür, altını cevherden çözerek çözeltiye dahil eder ve yığın üzerinden akıp gider. Özel olarak tasarlanmış pedler, altından ayrılmış metal çözeltiyi toplar. Diğer yöntem “Tank Çözündürme ”de ise cevher, geniş tanklardaki siyanür solüsyonuyla karıştırılır. Bu sürecin son derece kontrollü yapılması gerekir. Çünkü, ortaya çıkan atık, atık barajlarının arkasında depolanır ve olası sızmalarda felaketlere yol açabilir.

SIYANÜRLÜ SUYUN DOĞAYA SALINIMI ÖNLENMELIDIR.

Bunun için özel atık tasarımları gerekmektedir. Ayrıca ayrıştırmada kullanılan sodyum siyanürün pH (asitlik-alkalilik) değerinin sürekli olarak belli aralıkta tutulması gerekir. Çünkü asidik ortamda sodyum siyanür (NaCN) bozulur ve hidrojen siyanüre (HCN) dönüşür. Bu gazsa son derece öldürücüdür.

Canlı bedenindeki siyanür, hücrelerin enerji üretimi için gerekli oksijeni kullanmasını engeller. Bunun sonucunda başta kalp kası hücreleri ve sinir hücreleri gibi çok miktarda enerjiye ihtiyaç duyan hücreler, çalışamaz. Hücre ölümleri limitleri aşıp yüksek sayıya ulaştığında organizma yaşamını yitirir. Hidrojen siyanür (HCN) veya siyanojen klorür (CNCl) formunda 2.5-5 mg. dak / metreküp ve 11 mg. dak / metre küp seviyelerinde maruz kalan her insandan yarısının ölmesi beklenir. Sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanürün (KCN) sindirim yoluna karışmasındaysa ölümcül olan doz, 100-200 miligram kadardır. Bu durumda ölüm, 10 dakika içinde gerçekleşir. Asıl risk gurubunda olanlar su canlılarıdır. Bu canlılar siyanür zehrine en duyarlı olanlardır ve siyanür suya karışırsa, zarar görmeleri kaçınılmazdır.

Siyanür, hızlı etkir. Belirtiler ve ölüm doza göre çok çabuk gerçekleşir. Yukarıda sayılan bileşiklerde en hızlı etki edeni, gaz haldeki hidrojen siyanürdür. (HCN).  Belirtileri saniyeler içinde, ölümse dakikalar içinde gerçekleşir. Siyanür tuzlarının oral yolla alınmasında yavaş emilim nedeniyle zehirlenme yavaş olur. Siyanür zehirlenmesi belirtileri, diğer zehirli kimyasal maddelere maruz kalmayla benzerdir. Hafif derece zehirlenmelerde; kuvvet kaybı, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı ve kusma şeklindedir. Yüksek dozlarda veya uzun süre maruz kalmadaysa kalp atış hızında yavaşlama, akciğer hasarı, solunum yetmezliği, düşük tansiyon, baygınlık ve nihayet koma hali görülür. Yüksek dozda maruz kalınan siyanürde ölüm çok hızlı meydana geldiğinden tedavi için genellikle fırsat kalmaz.

1971 – 2015 yılları arasında kayıtlara geçen 11 altın madeni kaynaklı felaketin 7’si siyanürlü suyla bağlantılıdır.

  • 1971’de Romanya’da Certej altın madeninin atık barajının patlaması sonucu 300 bin metreküp zehirli su Certeju de Sus adlı kasabayı bastı. Olayda 89 kişi yaşamını yitirdi.
  • 1984’te Papua Yeni Gine’de Avustralyalı şirket Broken Hill Proprietary Co.’nun işlettiği Ok Tedi Mine madeni bölgedeki en büyük çevre felaketlerinden birine neden oldu. 2 milyar tondan fazla işlenmemiş atık maden çevresine boşaltıldı. Zehirli atıkların bölgede yaşayan en az 50 bin kişiyi etkilediği sanılıyor.
  • Yine aynı yıl Kanadalı şirket Galactic Resources’un ABD’de işlettiği Summitville adlı altın madeninde siyanür kullanması üzerine 610 bin metreküp zehirli atık su biriktiği anlaşıldı. Şirketin iflas etmesi üzerine ABD hükümeti bölgeyi temizlemek için yüzlerce milyon dolar harcamak zorunda kaldı.
  • 1995’te, Kanadalı Omai Gold Mines şirketi, Guyana’da işlettiği madende dev bir sızıntı yaşandı. Yaklaşık 3 milyon metreküp siyanürlü atığın bölgedeki Omai ve Essequibo nehirlerine karıştığı ortaya çıktı.
  • 1996’ya gelindiğinde, Filipinler, tarihinin en büyük çevre felaketlerinden birini yaşadı. Marcopper Mining adlı Kanadalı şirketin işlettiği Mt. Tapian altın madeninin tünellerinde oluşan çatlak zehirli atıkların Makulapnit-Boac nehrine larışmasına neden oldu. Sızıntı, kısa sürede bölgeye yayılırken, onlarca köy tahliye edildi. Tarım alanları kullanılamaz hale geldi.
  • 1998’de Kanadalı Centerra Gold şirketinin Kırgızistan’da işlettiği Kumtor altın madenine sodyum siyanür taşıyan bir kamyon Barşkaun nehrine düştü.
  • 2000 yılında Avustralyalı Esmerelda Exploration Limited’ın Romanya’daki Baia Mare madeninde yaşanan çevre felaketi Tuna nehrine ve Karadeniz’e kadar uzandı. Yaklaşık 100 bin metreküp siyanürlü su Tisa ve Someş nehrilerine karıştı. Tuna’ya ulaşan zehirli atıkların sadece Macaristan’da bin 200 tondan fazla balığın ölümüne yol açtığı sanılıyor.
  • Aynı yıl içinde Avustralyalı Dome Resources adlı şirketin. Papua Yeni Gine’deki Tolukuma altın madenine malezeme taşıyan helikopterden siyanür içeren bir tonluk kargo ormana düştü. Uzmanlara göre yağmurların etkisiyle siyanürün bir kısmı bölgedeki akar sulara karıştı.
  • 2009’da ABD’li Newmont Mining şirketinin Gana’daki Ahafo madeninden bölgedeki akar sulara siyanür sodyum karıştığı tespit edildi. Olayın ardından çok sayıda balık ölümü kayıtlara geçti.
  • 2014’te Kanadalı Imperial Metals’ın kendi ülkesinde işlettiği Mount Polley altın madeninde zehirli atık sızıntısı yaşandı. Zehirli atığın Polley Gölü’ne kadar ulaştığı kaydedildi. Olayın üzerine bölgedeki somon balığı çiftlikleri kapatıldı. Çevre örgütleri, incelemerin ardından zehirli atığın içinde nikel, arsenik, bakır ve kurşun olduğunu duyurdu.
  • 2015’te Kanadalı Barrick Gold adlı şirketin Arjantin’de işlettiği Veladero altın madeninde siyanür sızıntısı yaşandı. Bin metreküpten fazla siyanürlü atık Potrerillos nehrine karıştı. Yetkililer olayın bir vana sorunundan kaynaklandığını duyurdu. İlerleyen günlerde siyanürlü suyun 5 nehre ulaştığı tespit edildi.

 

Kimyager Fatih KÜÇÜKUYSAL

TÜSODER EĞİTİM VE SAĞLIK KOMİSYONLARI ÜYESİ

Paylaş

Bir cevap yazın

*